Siyaset,  Toplum

Avazım Çıktığı Kadar Sustum (!)

Kuran kurslarında yanan, tacize uğrayan, şiddet gören, bir çıkış göremeyip intihar eden çocukları merak ettim. Onların çalınan hayatlarını… “Bir kereden bir şey olmaz,” denilerek önü açılan çocuk istismarının nerelere kadar tırmandığı gerçeği yakıp geçti içimi…

Babam köylüydü. Okuması yazması yoktu. Ama gurbet gezmiş, yokluk-yoksulluk çekmiş, görmüş geçirmiş bir adamdı. O yoksul haliyle dillere destandı konukseverliği… Gelene geçene sofrası açıktı. Bir yaşam okuluydu adeta. Bunu şimdi daha iyi anlıyorum.


İstanbul İstinye’de bir taş ocağında aylarca çalışıp parasını alamadığı için bin bir zorlukla dönmüştü köye. Hayal meyal anımsıyorum. Şeker yoktu ceplerinde. Kara lastiklerimin yenilenmesi ertelenmişti o yıl. Gemilere kaçak bindiğini, günlerce yürümek zorunda kaldığını, günlerce aç kaldığını ve canını zar zor köye attığını, annem komşu teyzeye anlatırken duymuştum.

Babam bu olayın benzerini İzmit Seka Kâğıt Fabrikası’nın duvarlarının yapımında çalışırken de yaşamış daha önce. Bunu onun anlatımlarından bilirim. Oyun etmiş patron. Hak ettiği parayı alamadığı için yine köye dönmek zorunda kalmış. Kim bilir ne zorluklar yaşamıştır o zaman da…

“Namerde muhtaç olmamak için” köyde rençberlik yapma kararı aldıktan sonra pek fazla işi olmamıştı büyük kentlerle… Hele birinin yanında çalışmayı hiç mi hiç düşünmemişti bir daha.

Herkes için iyi dilekte bulunan, elinden geldiğince herkesin yardımına koşan babamın, Allah’tan kendisi için istediği pek fazla bir şey yoktu açık söylemek gerekirse… Ama, seyrek de olsa kıldığı namazların ardından “Allah’ım merhameti olmayanlara, vicdanı gelişmemiş kimselere ne olur fırsat verme” şeklinde yalvardığı olurdu. Bu duaları yaparken gözleri yaşarır, sonra da parmaklarının uç kısımlarıyla silerdi gözyaşlarını. Anlardım ki uğradığı haksızlıklar ve bunun sonucunda çektiği acılar gelmiştir aklına.

Bana, “haksızlığa uğradım, çok sıkıntı çektim ama hiç rezil olmadım oğlum” derdi sık sık. ”Haksız yere elde ettiğim bir kuruş sokmadım evimize. Kursağınızda haram lokma yoktur,” bu ifadeleri de eklediği olurdu sözlerine. Sabah güneşine benzer bir gülümseme yayılırdı yüzüne bunları söyledikten sonra.

Öğretmen okulunu kazanıp evden ayrılacağım sırada kardeşlerimi de kastederek şimdiye kadar aklımdan hiç ama hiç çıkmayan şeyler söyledi babam: ”Annenize, bu yoksul evde, bir şeyler bulup buluşturduğu, sizleri yedirip içirdiği, paklayıp giydirdiği için minnettarım. Onun sayesinde sizler küfür öğrenmediniz, yalan bilmiyorsunuz, hırsızlık gibi yüz kızartıcı şeylerle karşıma çıkmadınız, kardeşlerin de sen de açgözlü ve bencil değilsiniz gördüğüm kadarıyla, yine gördüğüm kadarıyla büyüğünüzü küçüğünüzü biliyorsunuz. Annenize bu konuda minnettarlığım daha büyük. Tabii ki bu değerler sizlerin kişiliğine de uygundu ama böyle olmanızda annenizin payı asla inkâr edilmez. Diyeceğim anneniz ektiğini biçti. Benim de payım olmuşsa ne mutlu…

Ama sizlere karşı görevlerim bitmediği gibi sizlerden beklentilerim de bitmedi.. Özellikle de senden oğlum. Çünkü kardeşlerini de sen yetiştireceksin, onlar seni örnek alacak… Sen ne yana gidersen onlar da o yana gidecek büyük ihtimalle. Öğretmenlerin senin zeki olduğunu söylüyorlar. Okuyup adam olacağına ve iyi yerlere geleceğine inanıyor herkes. Benim de sana güvenim tam.

Ancak, hangi mesleği seçersen seç, hangi mevkiye gelirsen gel, anneni de beni de mutlu edecek asıl şey seçtiğin meslekte, geldiğin mevkide nasıl davrandığın, orada erdemli biri olarak görev yapıp yapamadığın, bulunduğun yeri kötüye kullanıp kullanmadığın… Şefkatli biri olmayacaksan, geldiğin yeri kötüye kullanacaksan, insanlar arasına fitne fesat sokacaksan, hak hukuk gözetmeyeceksen, gücünle insanları korkutacaksan oralara gelmenin benim için bir anlamı yok oğlum. Feriştah olsan zerre kadar kıymete geçemez benim için.

Edindiğin meslek, geleceğin mevki elbette bir şans olacak senin için. Ama bu şansı bihakkın kullanamazsan, işinin hakkını veremezsen rezil olur çıkarsın. Annenle bana da bu işten utanç kalır. Bu utanç bizi mezarda bile olsak gelip bulur.”

Ben öğretmen olacağım baba, ülkesini, yeryüzünün bütün insanlarını ve doğayı seven bir öğretmen… Aydınlık, ışıl ışıl bir öğretmen… Her türlü haksızlığın, hukuksuzluğun karşısında duracağım baba. Faturası ne olursa olsun zarar görenin yanında yer alacağım. Kimseye hakaret etmeyen, kötülükle hiç bir ilişkisi olmayan insanlar yetiştireceğim. Yeryüzünün iyi insanlarını baba… Düşünen, düş kuran, iki yüzlü olmayan, çıkarına nasıl gelirse öyle davranmayan, kendini rezil etmeyen, insanları… Eti kemiği olacak onların ama duyguları da olacak. Hiç kimsenin kalbini kırmayacağım baba sakın merak etme, diyebildim ancak. Dev gibi adamın boynuna sarıldım sarıldım sonra da… Emek ve özlem kokuları aldım çalışmaktan yorgun düşmüş terli bedeninden o dev adamın. Keşke kötülere kalem çekeceğimi de söyleseydim.

35 yıl öğretmenlik yaptım. Babama verdiğim söze sadık kalacak şekilde öğretmenlik yapmaya çalıştım bu 35 yıl içinde. Kaba davrananlardan, makamını mevkisini, kötüye kullananlardan, kim olursa olsun uzak durdum… Hele siyasetin zehirli dilinden iğrendim; kadınlara, çocuklara kötü davrananlardan, onları istismar edenlerden nefret ettiğim kadar acıdım da zavalılıklarına.

İşimle, kalemimle adil, eşitlikçi, demokratik ve özgürlükçü bir dünyayı savundum… Ve bunun için verilen mücadelenin de içinde oldum hep.

Geçtiğimiz günlerde Trabzon’daki bir açılış sırasında İçişleri Bakanının, nasıl planlamışsa bir çocuğu tutup Cumhurbaşkanının önüne çıkarmasını, kaşla göz arasında çocuğun mikrofondan bir siyasi lidere hakaret edecek sözler söylemesini yerin dibine geçerek izledim. İlk yaptığım yorum; İçişleri Bakanının Cumhurbaşkanı’na fena halde bir oyun kurduğu yönündeydi. Bu oyunu insan düşmanına bile yapmaz diye geçirdim içimden. Kanım donmuştu. Böyle bir bakan olamaz desem de böyle biri Türkiye’de İçişleri Bakanlığı yapıyordu. Ülkemin haline üzüldüm… Daha pek çok şeye üzüldüm. Sonra da çeşitli kuran kurslarında yanan, tacize uğrayan, şiddet gören, bir çıkış göremeyip intihar eden çocukları merak ettim. Onların çalınan hayatlarını… “Bir kereden bir şey olmaz,” denilerek önü açılan çocuk istismarının nerelere kadar tırmandığı gerçeği yakıp geçti içimi…

Derken babamla aramızda geçen yukarıda sözünü ettiğim o diyalog, bir sinema şeridi gelip geçti gözümün önünden…

Avazım çıktığı kadar sustum…

Siz de fikrinizi söyleyin!