Çocuk Gündemi,  Deneme,  Düşünceler Tarihi,  Kurgu,  Tartışma,  Toplum

Ateşin Sahipleri

Bir gün akşam karanlığında kabileden birkaç kişi ateşin başında oturuyorduk.

Uzun ve yorucu bir gün geçirmiştik. Vadide ne bulabildiysek avlandık ve tanıdığımız bitkilere rastladığımız zaman onların yapraklarını, meyvelerini veya köklerini taşıyabildiğimiz kadar çok topladık. Hava kararmaya başladığında son konakladığımız mağaraya doğru yürüdük. Mağara ovanın sonunda olan dağın yamacındaydı. Oraya ulaşmak için uzun süre yukarıya doğru yürümemiz gerekiyordu, yol yorucuydu. Mağaranın içinde ve önünde ateşler yanıyordu. Çocuklar ve yaşlılar bizi bekliyorlardı. Avladıklarımızı ve topladıklarımızı mağarada yemeye başladık.

Yemekten sonra kabilenin büyük kısmı uykuya çekildi. Uyumayanlar dışarıdaki ateşin etrafında toplandı. Ben ve kabilemizin şamanı da ateşin başındaydık. Böyle anlarda uzun süre ateşe ve çevreye bakardık ve hem içimiz hem dışımız rahatlardı. Geceleri sohbetler olurdu ve kabilemizin şamanını dinlemeye geçerdik.

Gecenin karanlığında vadiye ve çevresindeki dağlara bakıyordum. Dağların yamaçlarında başka kabilelerin ateşleri çok küçük de olsa görünüyordu.

Şaman eli ile yukarıya işaret etti ve “Her şeyin başlangıcı orada, parlayan ateşlerde” dedi. “Bizler bütün günümüzü avlamakla ve toplamakla geçiriyoruz. Sonra ateşin etrafında toplanıyoruz, ısınmak ve kendimizi hayvanlara karşı koruyabilmek için. Ve aynı şimdi yaptığın gibi etrafımıza bakınıyoruz. Vadiye, karşı tepelere bakıyoruz ve oralarda küçük ateşler görüyoruz, aynı bizimkisi gibi. O zaman oralarda başka kabileler olduğunu görüyoruz ve biliyoruz. Şimdi bir de yukarıya bakın, orada da parlayan küçük ateşler var. Onların ne olduğunu biliyor musunuz?”

Kimse bu soruya cevap veremedi.

Bilge, şöyle devam etti:

“Onlar da insanların yaktığı ateşler. O kadar yükseklere nasıl çıktılar acaba? Çevremizde o kadar yüksek dağlar ve ağaçlar yok. Hepimiz birbirimizin omuzuna çıksak bile o kadar yükseğe erişemeyiz. Ne kadar güçlü kabile olmalı ki ta ayın çevresinde ateş yakabiliyorlar. Onların güçlerini kudretini hayal bile edemeyiz.

Aklınıza gelecek her şey orada, yukarıda başladı. Bu dağlar, vadiler, otlar, nehirler, hayvanlar, insanlar, yediğimiz, içtiğimiz ve yaşam mücadelemiz orada başladı.”

Ateşin etrafındakiler hayretler içinde kaldı, her bir ağızdan itirazlar ve şaşkınlık nidaları yükseldi.

“Olamaz!”

“İnanmıyorum.”

“Bunlar ne kadar güçlü ve kudretli insanlarmış, göklere kadar çıkabilmişler.”

“Bu yukarıdakiler insan olamaz”

Şaman “Susun, beni dinleyin!“ diyerek sesini yükseltti ve anlatmaya devam etti:

“Daha küçükken karşılaştığımız bir başka kabilenin bilgesi bunları bana anlattı. Gündüz gökte yanan büyük ateşi de onlar yakmış ve her gün ateşin devam etmesi için ağaç, otlar, kökler, kemik ve ne bulurlarsa atıyorlarmış. Kabilelerden kaçanları ve kaybolanları da o ateşin içine atıyorlarmış. Kabilelerin ateşi sönmesin diye arada bir buraya da ateş fırlatıyorlarmış. Burada olan herşeyi ve herkesi görüyor ve izliyorlarmış.”

Bunu dinleyenleri korku sardı. Hatta aramızdan birisi kollarını kaldırdı, ellerini havaya doğru açtı ve ağlamaya başladı. Yüksek sesle gökteki ateşlere konuştu: “Gökteki büyük ateşin sahipleri, ben bir gün kaybolursam beni büyük ateşe atmayın. Benden ne isterseniz yapmaya hazırım, burada gördüğüm her kabileye sizin sonsuz gücünüzü anlatır ve sizin isteklerinize aykırı davrananlara ceza veririm. Gittiğimiz yerlerde avladıklarımın ve topladıklarımın bir kısmını sizin görebileceğiniz yerlere bırakırım, ey büyük ateşin sahipleri…” dedi ve bir süre daha ağlamaya devam etti.

Bu geceden sonraki zamanda ay küçüldü, büyüdü, küçüldü, büyüdü ve küçüldü, büyüdü… Bu sürede gökteki ateşlere konuşan kişi herkesten fazla hayvan avladı, kök ve meyve topladı. Yolumuzda hep kabilenin önünde yürüdü. En büyük av hayvanlarına bile korkusuzca saldırdı. Hiç yaralanmadı.

Bunu gören diğer kabile toplumu teker teker onun yanında yürümeye, onunla ava çıkmaya başladılar. Onun gibi korkusuz ve iyi bir avcı olmak için ne yapmaları gerektiğini sordular. Onun cevabı hep aynı oldu: “Gökteki büyük ateşin sahiplerine hizmet edin.”

“Onların bizden hangi hizmeti istediğini nereden bileceğiz?” sorusuna da hep aynı cevabı verirdi:

“Ateşlerin sahipleri bana anlatırlar ve ben de size anlatırım.”

Bir tek ben, o adamın yanında yürümedim ve bir süre sonra kabileden ayrıldım.

Nice ay küçülmesinden sonra tekrar eski kabilemle karşılaştım ve kabile çok çok kalabalıklaşmıştı ve en önde yine o akşam gökteki ateşlere ağlayarak konuşan yürüyordu. Onun hemen yanında şaman vardı.

Daha sonra kabileye bir daha rastlamadım. Kim bilir nerelerdeler ve ne yapıyorlar şimdi?

Sizin haberiniz var mı? Ne oldu acaba sonra bu kabilenin hali?

Nizamettin Karadaş

 

1964 İstanbul doğumlu. 1972 den bugüne kadar Düsseldorf, Almanya ikametli. Köln Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu, 2 yetişkin kız çocuğu babası. 12 yıl Avukatlıktan sonra mesleğini bırakmış, her konuda meraklı, araştırmacı, analist ve okumasını seven rahat ve huzurlu bir insan.

Siz de fikrinizi söyleyin!