Din

Atatürk Ve Din (8)

Şurasını unutmamalı ki, bu idare biçimi, bir Bolşevik sistemi değildir. Çünkü, biz ne Bolşevikiz, ne de Komünist; ne biri, ne öbürü olamayız. Çünkü, biz milliyetperver ve dinimize saygılıyız. Özetle bizim hükümet biçimimiz tam bir demokrat hükümetidir. Ve dilimizde bu hükümet, “halk hükümeti” diye anılır. Hilafeti muhafaza edeceğiz. Şu şartla ki, Büyük Millet Meclisi ve millet, halifenin dayanacağı bir dayanak ve kuvvet olacaktır.

2 Kasım 1922 “Petit Parisien Muhabirine Bursa’da Verilen Demeç”, ASD, c.III, s.51-52.

Türkiye halkı kayıtsız şartsız egemenliğine sahip olmuştur. Egemenlik, hiçbir renkte, hiçbir biçimde, hiçbir anlam ve yol göstericilikte ortaklık kabul etmez. Halife olsun, unvanı ne olursa olsun, bu milletin kaderinde hiçbir pay sahibi olamaz.

18 Kasım 1922 TBMM Gizli Celse Zabıtları, c.III, s. 1052.

Halife Abdülmecid’e Kutsal Emanetleri Teslim ve Kutlamaları Bildirmek Üzere Meclis’ten Bir Heyetin Seçilerek Gönderilmesine Dair Meclis Reisliği Tezkerelerine İlişkin Olarak Efendiler! Şüphe yok ki, Halifenin zatına (Efendi) demek, onun şerefinin değerini azaltır. Bu kullandığımız (Efendi) kelimesi üzüntü vericidir ki genelleştiğinden bertaraf edilemiyor. Bu Rum kelimesidir. Rum unvaniyle halifenin şerefi yükseltilmek isteniliyor! Halife (hazrettir) ve ona (hazret) denilir. Ona lisanımızda başka bir unvan yoktur. Sonra vuku bulan ifadelerde tabiî bizim meclisimiz, bizim milletimiz, hakikati ifade edecek tâbirler kullanıyor. Halife zatları (müslümanların hâdimi, haremin hâdimi) onun hakikî tâbirleri budur. Herkes şahsen istediği lakapları kullanabilir. Fakat hakikî unvanı Müslümanların Halifesi’dir. Haremin Hâdimi’dir ve hazrettir. Salâhattin Bey (Mersin): Hazrettir. Fakat mevcudolan göreneklere saygı gösterilir, onlar devam ettirilir. Gazi Mustafa Kemal Paşa (Ankara): Onlar dalkavukça lakaplardır.

20 Kasım 1922 ASD, c.I, s.280.

Milletimiz, ne şeyhislamların din gereğidir, diye gericiliğe sığınan fetvalarına ve ne de halife ve padişahın, camilerden çalınan ayet ve hadislerle süslü ve o sözlerden oluşan sancakları başlannıda taşıyan hilafet ordularına; ve ne de Milli Mücadeleye devamın, hiçbir şey  üretilemediğinden başka, büsbütün mahvına neden olacağını ve yok olacağını söyleyerek, milleti, bağımsızlık ve egemenliğinde savsaklamaya zorlayan Babıâli önde gelenlerinin gafilce ve cahilce çalışmalarına; ve en sonunda, ne de uçaklarıyla halifenin, padişahın beyannamelerini savaşan ordumuz saflarına atan ve halife adına hareket ettiğini söyleyen Yunan ordusunun aldatmalarına; zerre kadar ilgi göstermedi ve göstermeyecektir. Bu millet, yüzyıllardan beri bu gibi gericilerin, cahillerin, ikiyüzlülerin, çıkarcıların, serserilerin sözlerine inanmak saflığını gösterdiğinden dolayıdır ki, bugün çamurdan ve sazdan izbelerde oturmaya mahkûm, çıplak ayaklarıyla ve çıplak bedenleriyle çamurların, karların, yağmurların amansız tokatları altında yeniden aklını başına toplamak zorunda kalmıştır.

16 Ocak 1923 ASD, c.ll, s.58-59.

Olaylar ve tarihî tecrübelerimiz, bize milleti koyun sürüsü halinde keyfin, arzu ve ihtirasların ve hiçbir suretle tatmin edilemiyen menfaatlerin elde edilmesine sürüklemekle yokolması sonucunu doğuran mahiyete dönüşen idare tarzlarının artık memleketimizde uygulama yerinin kalmadığını göstermiştir. Millet, hâkimiyetini değil, hâkimiyetin bir zerresini dahi başkasına terk ve devrini gerektirecek felâketin, çöküşün, hayâl kırıklığının acısını her an kalp ve vicdanında hissetmektedir. Zaten iradenin ve hâkimiyetin parçalanamaz ve bölünemez olduğunu ilmen ve hakikaten düşündükten sonra böyle bir nazariyenin eyleme uygulanmasına kalkışmak ancak nazarî ve yapay bir işe zorunlu olarak yeltenmekten başka bir suretle yorumlanması mümkün değildir. Millet ve memleketimiz için ise bu zorunluluk geçmiştir. Milleti hâkimiyetinden yoksun eden engel, milletin galeyan ve haklı taşkınlığıyla biraz zahmetli ve fakat sonuç olarak başarılı surette ortadan kaldırılmıştır.

 16 Ocak 1923 (İstanbul Gazeteleri Temsilcilerine) ASD, c.ll, s.58.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Halifenin değildir ve olamaz. Türkiye Büyük Millet Meclisi, yalnız ve yalnız milletindir. Bu meclis yalnız ve yalnız milletin emrine uymak zorundadır. Hilafet makamını bu şekilde tanıdıktan sonra, bu makamı, Türkiye milletinin egemenliğini zedeleyecek bir makam diye anlamak doğru değildir. Ancak, bir sakınca doğarsa bunu, yalnız bu makama atfetmek gerekmez. Bunu yapmak için, en önce düşüncelerini şeriat kisvesine sokan bazı cahiller, çıkarcılar ve dalkavuklar ortaya çıkabilir. Fransızlar, büyük ihtilali geri getirmek için tam bir yüzyıl çalışmışlardır. Hayat felsefesinin garip bir görünümüdür ki, her yararlı ve yeni şeye karşı kesinlikle bir kuvvet çıkar. Buna bizim dilimizde (irtica) derler. Bütün millet emin ve rahat olsun ki, devrimi yapanlar, bu gibi olumsuz kuvvetleri, çıktığı noktalarda yok edecek kudret ve yetenek ve önleme sahiptirler.

18 Ocak 1923 ASD, c.II, s.63.

Aydın ve dindar olan milletimiz, gelişmenin nedenlerinden biri olan heykeltraşlığı, en üst derecede ilerletecek ve memleketimizin her köşesi atalarımızın ve bundan sonra yetişecek evlatlarımızın hatıralarını güzel heykellerle dünyaya duyuracaktır. Milletimiz din ve dil gibi kuvvetli iki erdeme sahiptir. Bu erdemleri hiçbir kuvvet, milletimizin kalp ve vicdanından çekip alamamıştır ve alamaz. İnsanlar olgunlaşmak için bazı şeylere muhtaçtır. Bir millet ki resim yapmaz, bir millet ki heykel yapmaz, bir millet ki bilimin gerektirdiği şeyleri yapmaz; itiraf etmeli ki, o milletin, ilerleme yolunda yeri yoktur.

22 Ocak 1923 ASD, c.II, s.66-67.

Ondan sonra hilâfet meselesine sözü getirerek hilâfetin yalnız Türkiye halkını değil bütün islâm âlemini kapsaması nedeniyle bu makam hakkında bir karar vermek Türk milletinin yetkisi dışında bulunduğu, hilafet makamının bir bağlantı noktası olarak korunduğu ve işbu makama Türkiye’nin millî egemenliğini kayıtlama mahiyetinde hiç bir yetkinin verilemiyeceğini ve koruyucu halifenin de aynı fikir ve kanaate sahip bulduklarını sandıklarını izah eylemişlerdir.

22 Ocak 1923 (Bursa’da Şark Sineması’nda Halkla Konuşma) ASD, c.II, s.70.

Düşmanlarımız bizi dinin etkisi altında kalmış olmakla suçluyorlar ve duraklamamızı ve düşüşümüzü buna bağlıyorlar. Bu yanlıştır. Bizim dinimiz hiçbir zaman, kadınların erkeklerden geri kalmasını istememiştir. Allahın emrettiği şey, müslim ve müslimenin, beraber olarak bilim ve irfan kazanmasıdır. Kadın ve erkek, bu bilim ve irfanı aramak ve nerede bulursa oraya gitmek ve onunla donanmak zorundadır. İslâm ve Türk tarihi incelenirse görülür ki, bugün kendimizi bin türlü kayıtlarla kayıtlı zannettiğimiz şeyler yoktur.

 31 Ocak 1923 ASD, c.II, s.86.

Hükümdarlar, kendilerini zihinde tasarlanan bir kuvvetin temsilcisi tanırlar ve bundan zevk alırlar. Ancak onların çevresindeki çıkarcılar, bunu din kisvesine büründürerek bütün milleti aldatmaya, alçaltmaya  çalışırlar. Bu gibilere gerici ve hareketlerine gericilik derler. (…) Fetva ile ya da şu, bu gibi telkinlerle milleti gericiliğe yöneltmek isteyenlerin yeri, zindan olacaktır

 31 Aralık 1923 ASD, c.II, s.88.

Bizim dinimiz en akla uygun ve en tabiî bir dindir. Ve ancak bundan dolayıdır ki, son din olmuştur. Bir dinin tabiî olması için akla, fenne, bilime ve mantığa uyması gerekir. Bizim dinimiz, bunlara bütünüyle uygundur.

31 Ocak 1923 ASD, c.II, s.90.

İslam toplumunda hiç kimsenin, bir özel sınıf halinde, varlığını korumaya hakkı yoktur. Kendilerinde böyle bir hak görenler, dini hükümlere uygun davranmış olmazlar. Bizde ruhbanlık yoktur, hepimiz eşitiz ve dinimizin hükümlerini aynı ağırlıkla öğrenmeye mecburuz. Her birey, dinini, diyanetini, imanını öğrenmek için bir yere muhtaçtır. Orası da okuldur.

31 Ocak 1923 ASD, c.II, s.90.

 

 

Siz de fikrinizi söyleyin!