Edebiyat,  Güncel - Aktüalite

14 Şubat Dünya Öykü Günü Bildirimleri

2021 yılı 14 Şubat Dünya Öykü Günü Bildirisi;

Burçin Tetik, Eylem Ata Güleç, Gamze Aslan, Mevsim Yenice, ve Şengül Can adlı kadın öykücülerimiz tarafından kaleme alınmış; Sokağa Taşan Öykü başlığıyla “Kadınlığı ya değersiz ya da kutsal olma ikiliğine hapsedenlere inat, yazma sürecimiz, kendi kişiliğimizi bulduğumuz, benliğimize ve varlığımıza sahip çıkabildiğimiz bir keşfe dönüşüyor” ifadeleri ile hepimizi derinden etkilemişti.

Hiç kuşku yok ki kadın özgürlüğünün önündeki engellerin öyküleşmesi güzel. Asla kötü bir şey yok bunda. Üstelik edebiyatımızın zenginleşmesine de değerli bir katkı. Adil, eşitlikçi, demokratik ve özgürlükçü bir dünyanın önündeki tıkanıklığın açılması bakımından da işin olmasa olmazı… Kadınları yok sayarak yaşanır bir dünya kurulamayacağına dair de güçlü bir irade üstelik…Kadınlar hapsedilmek istendikleri odalardan çoktan çıktılar, bir daha kimse onları oraya hapsedemeyecek. Bu benim kendi yüreğime saldığım en güzel müjdedir.

Henüz elimize geçmeyen Türkiye Yazarlar Sendikası Başkanı Adnan Özyalçıner’in hazır aldığı 14 Şubat 2022 yılı Dünya Öykü Bildirisi mutlaka basına yansıyacaktır. Oradan bulup okuyacağız. Bu yıl göç olgusu üstünden Ankara Öykü Günleri kapsamında hazırlanan 2 bildiriyi ise burada paylaşıyorum. ”Sevmekle başlar her şey!”
İyi okumalar.

2022 Dünya Öykü Günü Bildirisi:
Pakrat Estukyan

“Dedesi veya ninesi başka, babası veya annesi başka yerde toprak olmuş, kendisi başka bir yerde ve ihtimal ki evlatları daha da başka yerlerde gömülecek insanlar tanıdım. Sermayenin egemenliği, insanların doğup büyüdükleri, kök saldıkları yerleri yaşanmaz kıldıkça, başka diyarlara göç etmekten öte çareleri kalmazmış, bunu öğrendim. Üstelik bu göç, bireyi türlü zorluklarla dolu yeni ve yabancı bir ortamda yalnız bırakıyor. Dayandığı kültür, bildiği yaşantı göç yollarında eriyip gidiyor. Elinde tek yol kalıyor: Unutmamak için, hatırlamak için hikâye etmek, öyle saklamak. ‘Ağaç dalıyla gürler’ derler. Hikâyat hem eski hayatlara, tarihe, analara, atalara doğru kök salıyor, hem de ağızdan ağıza, kalemden kaleme yeniden filiz veriyor.
Beş asır önce İber yarımadasından sürülenlerin, yüz elli yıl önce Kafkas dağlarından kopup, Karadeniz’in azgın dalgalarıyla boğuşarak komşumuz olanların, Girit mübadillerinin, Balkan muhacirlerinin, onların torunları, torunlarının torunları, günümüzde Irak’tan, Suriye’den, Afganistan’dan kaçıp kentlerine, köylerine, sokaklarına sığınan çaresiz insanlara nasıl da yadsıyarak, dışlayarak, hatta nefret duyarak, tiksinerek bakıyorlar. Akdeniz sahillerinde bir plajın kumlarında üstü öteberiyle örtülmüş mülteci cesedi, savcı raporu için bekletilirken, tatilciler hemen yanı başında güneşlenmeye, denize girmeye devam ediyor. Bodrum sahilinde kıyıya vurmuş dört yaşındaki bir çocuğun cesedini kucağında taşıyan jandarma erinin gözyaşı donuyor yanağında. Öte yanda bu cinayetin faili olan küresel siyasetin ağaları da timsah gözyaşları dökmekteler.
Bütün bu karanlıklar içinde sanat, insan aklının insan ruhunu yüceltmek için ürettiği emek olarak, başkasının acısını da görmeye devam etmemize, kötülüğe asla alışmamamıza çabalar. İyi edebiyat, yaşamın can evinden derlenmiştir, doğrudan duygularımıza, vicdanımıza, son kertede ise düşüncemize ışık tutar. Bu şekilde insana, insanı anlatır. Günlük yaşam telaşında görmediğimiz, duymadığımız, son tahlilde kaybettiğimiz empati duygusunu vicdanımıza yerleştirir. Ankara Öykü Günlerinin bu yılki ana temasının mültecilik halleri olması tam da bu gerçekliğin gereğidir ve yerindedir. İnsan insanı anlasın, vicdanlar pas tutmasın, kötülük kendi karanlığında boğulsun, iyilik hüküm sürsün diye…
Öykü, düzyazının en yalın, sözünü damıtarak söyleyen, okuru da bu söyleyişe çağıran türüdür. Hayal etmeye, hatırlamaya, “öteki”ni anlamaya kapı aralar. Bu tür üzerine eğilmek, türü anımsamak, kutlamak bu nedenlerle de önemli. 14 Şubat Dünya Öykü Gününü böyle bir dirençle karşılayalım.”

***

2022 Dünya Öykü Günü Bildirisi:
Semiramis Yağcıoğlu

“Öyküler her yerde yazarlarını bekler. Bir tren yolculuğunda, kalabalık bir metroda, bir pencere önünde yaşanan tek bir anda.
Yazar gözünün değdiği her şeyden bir öykü çıkarır. O sadece o anı değil, onun da ötesinde o anda kristalleşen bir geçmiş ve geleceği öyküye dönüştürmeyi başarır. Zaman ve mekân genişler. Birbiriyle buluşması imkânsız gibi görünen her olasılık, öykünün dokusuna katılır. Atkı olur, çözgü olur.
Bir geyik imgesinde, Orta Asya’dan kopup gelen ve Almanya’ya uzanan bir göç öyküsü, büyümenin eşiğinde bir kız çocuğunun ana bedeninden kopuşunun acısıyla birleşir.
Bir yokuşu tırmanırken anımsananlardan yalnızca kişisel bir hayatın öyküsü değil, koskoca bir sömürü düzeninin toplumsal ve kültürel dinamikleri, haraç sözcüğünde somutlaşır,
Bir mahur bestenin içinden işkenceye direnme gücü çıkar.
O anın içinden insan olmanın sonsuz olabilirlikleri çıkıp gelir, dilin simgesel düzleminde yeniden ete kemiğe bürünür. Sezdirimler ve ayrıntı bolluğu arasında kolan vuran bir dil aracılığıyla, öykü kişileri, bir yüze ve bedene dönüşür. Onların bilincinden geçen her neyse, okurun bilincinde belirir. Onların derilerinin altına süzülüp, zihinlerinin kıvrımlarına yerleşir. Onların duyguları, okurun duyguları olur. Bir ezginin tetiklediği öykü kişisinin burun sızlatan yurt özlemi, okurun göçmenlik acısı olur.
İyi yazılmış her öykü, okur ile öykü kişisini duygudaş yapar; Ötekini, ben yapar. Öyküden başarması istenen de tam bu etkidir zaten
Hayatı tüm canlılığı ve devingenliğiyle ayağa kaldıran o dil, ne ilk ne de son sözdür. Eskiye ait anlamlar, dil ile kurulan her yaratıda yeni anlamlara bağlanır ve daha sonra üretilen öykülerde yeniden anımsanırlar, dirime kavuşurlar.
Her iyi öyküde, bir şairin de söylediği gibi, eski sözler yeni yerlere varır
O dilin boşlukları vardır. Çoğu zaman yazar bile isteye, anlattığı öyküde boşluklar bırakır. Yazar, bazen bir öykünün sonunu, bazen öykü evreninde dolaşan kişilerin duygularını açıkça dile getirmez. Aslına bakarsanız, her boşluk okura çıkarılmış bir çağrıdır. Her boşlukta, ”Gel bu boşlukları sen doldur ve bu öyküyü birlikte yazalım” diyen yazarın sesi çınlar. Yazar ve okur, öyküleri birlikte yazar. Okur kimi zaman bir rengi, kimi zaman bir kokuyu, bazen de bir duyguyu getirir o boşluğa yerleştirir.
Her iyi yazılmış öykü, okurunu yazarlaştırır.
O boşluklarda soru işaretlerinin çengeli okuru bekler. Sorulara yanıt verme çabası okura, anlamlandırmanın kapılarını aralar. Öykü kişisinin yaşadığı çıkmazların kökeninde doğru bellenmiş hangi yanlışlar vardır sorusu ve benzer sayısız soruyu yanıtlama çabası, insanın kişisel ve toplumsal arasında konumlanmış varoluş sancısına taşır okuru. Her iyi öykü soru sorar ve yanıt bekler. Bana kalırsa, kimi okuma deneyimini unutulmaz kılan, yanıtları bulmak için harcanan zihinsel enerjinin yoğunluğuyla doğru orantılıdır.
Öykülerin dili yalnızca dilbilgisel yapılardan oluşmaz. Yazıldığı dilin dilbilgisel dizgesinden yapılan her seçim okuru konumlandırır. Yoksulluk, ayrımcılık ve sömürü düzenlerinin içinde yaşama tutunmaya çalışan insanların bilincinden ve seslerinden aktarılan horlanmalar, yoksulluğun ve yurtsuzluğun neden olduğu toplumsal dışlanmanın aldığı görünümler, öykü sayfalarından çıkar gelip hayatımızın parçası olur, bizi insanın insana kulluğunun yarattığı mağduriyetin toplumsal ve kültürel dinamikleri içinde konumlandırır.
Böyle bir konum değiştirme, başkasının durduğu yerden dünyayı görmeye çalışma, bizi sonsuza dek değiştirir. Anlama çabası, bireysel olmaktan çıkıp toplumsal bir yarara dönüşme gizilgücünü de barındırır. Belki de işte bu yüzden, sırf bu yüzden, totaliter rejimler, yazarları ve öykülerini sevmezler. Bilirler ki, başkalarının durumlarına karşı duygusal tepkiler verebilme becerisi etik, adil ve daha iyi bir toplum yaratma isteğini de doğal olarak besler.
Öykü yazarlarından ve okurlarından oluşan daha etik, daha adil, daha paylaşıma açık yeni bir dünya kurulabilir mi? Ne dersiniz?
Bu hasret bizim. “

Siz de fikrinizi söyleyin!