Deneme,  Felsefe,  Tartışma,  Toplum

Yontaırus

2016’nın Eylül’ü, kaçı olduğunun önemi var mı? Yok mu?

“Ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz. “bu konsantre deyim, aklımca konsolidasyona muhtaç ve mealen kulağıma/gönlüme şunu fısıldıyor; “dilinde, dininde, ırkında, hulasa seçemediğin nitelik ve niceliklerinde, kendine bir kimlik arıyorsan zaten yoksundur, kimliğin yaptığın İŞ’tir üstüne adını yaz, yanında dikil.”

Günah-sevap dar aralığında, ÖZgüven gelişmez, gelişemez, ayrıca ihtiyaç da yoktur ki.

Öz’ünün vekaletini verirsin talibine (ki çok çok, çeşit çeşit ve renk renk talipleri vardır), o/nlar da sana kontr garanti vaadler sunar/lar. Konu kapanır. Bu etkileşimde ÖZ güvene ihtiyaç var mı? Nerede var? Hulasa ÖZ-güvenin kaynağı, verdiğiniz vekaletin teminat senedidir. ÖZün kaynağı ilk el (güdük ve/veya basit manada değil, ilk-el yani orijinal) inançta (ki inanç, gerçekte din metodolojilerinden bağımsız değildir, yani dİN ÖZ’ü tutsak almıştır) karşılığını hemen ve alternatifsiz olarak bulur.

Hatturi Hanzo’nun şu sözünü hatırlayın; 1 ay uğraşarak yaptığı kılıcı sahibine verirken şöyle demişti;

“Al bu kılıcı düşmanlarını kes, bu yolda karşına tanrı çıkacak, bu kılıçla onu da kes.”

Hatturi Hanzo

Bu noktada kadraja varoluşçu hesaplaşma girer ki, ebedden gele gelip, ezele şahlanarak gide gitmektedir. ÖZ, kök ve tekdir. (ÖZ’e Töz de derler aynı şeydir, neden bir şekil, ilave boyut veya müstakil anlam katmaya çalışırlar bir türlü anlamam, esasen bu hal kavram burjivazisinden öte değildir). ÖZ, bizatihi varlığını var edene değil, biçimlendirene borçludur.

Hulasa, heykeltıraşın yanında, keskinin esamesi okunmaz. Tekzipe muhtaç mana; heykeltraşın ÖZ, keskinin ise TANRI olduğudur.

Hiç romantik değil , değil mi? Dualite belası (determinizm), evrenin görünen yüzü ve dahi algılarımızın (zavallı insani mantığımız) yegane kelepçesi. Bu zavallı mantığın kendi kendini by-pass yapabilme kabiliyeti yoktur ve hatta düşüncesi bile güdüktür/yoktur. O yüzden tek’lik gözümüze gözümüze durur, ama ki uyanamayız: Biz bir’iz ve tanrıyız , “özgüven” geliştirerek kime ve niye, caka satacağız? Yoksa yalın net ve tek olan ÖZ’ümüzü terapiye (din) mi mahkum edeceğiz?

Birtakım “meczuplar” (Freud, Kant, From, Russel…) tasalluta uğramış psikolojilerden sosyoloji yaratma yolunda, reel ama ki asla mutlak olmayan, metodolojiler üretmiş olmakla övünmediler bile. Sadece peşlerinden yaşayagelen “biz”ler hezeyanlarını dışa vurmuş (içinde tutamamış) bu insanlara plaketler/övgüler/payeler biçtik…

Elbette çabaları takdire şayan ama, nereye vardılar? Ne buldular? Deklare ettikleri asla buldukları değildi; bulduklarını kendilerine sakladılar! Az da olsa eminim ki, felsefeyi biçimlemeye soyunan Nietzsche dahi, bir kadına olan aşkından ölürken, attığı feyk’in zafer tebessümlerini içine göme gidiyordu. Hulasa, Öz’ümüz güvene müstahaktır ama unutmayalım ki ÖZ –hadi yakışıklı olsun TÖZ– cismin mahvına muhtaç. Öz’ün en değersiz hali, bedenlenmiş halidir. Geçtiğimiz yüzyıl entropi dediler buna , “biz” zaten biliyorduk, adını koysak ne olur koymasak ne olur?..

Hulasa; heykel de sensin, heykeltıraş da, murç da çekiç de……

Hallaç’a ithafen…

https://twitter.com/KemalistIlkay/status/1094052897950744577

deklere edenler başımın üstünde, dikte edenlere insafım yok!

3 Yorum

  • ercan

    İnsanlar var oldukça kendileri için değer arttırıcı, kendilerini toplum içerisinde farklı kılacak şeyler yarattılar. örneğin ÖZünüze iyi bir İŞ ile bir yorgan örtebiliyorsunuz,Yüksek geliri,iyi bir arabayı,evi,diplomayı derken öyle bir gün geliyor ki üzerinizdeki onlarca yorgandan o gerçek ÖZe siz de ulaşamıyorsunuz artık.Ortaya çıkan şey ise ÖZden uzak, tanımlarda alabildiğine çelişkili,savruk, İnsan görünümlü başka bir şey oluyor.

    Böylesine bir gerçeği , sıkışmış parametreler dahilinde sürükleyici bir dil ile anlatmak ise başka bir beceri. Özüne sahip çık,değiştirme…. Başarılar

  • ezbey

    Yorum ve temennileriniz için teşekkür ederim Ercan bey,
    bilmukabele.

    Nisan 2013’den bir alıntı;
    Teşbihte hata olmaz (olmasın rica ederim),
    “Bakar ki savunamaz cevherini,
    inceden bir kabuk bağlar çeperi,
    kabuğu kendi etindendir cevherinden,
    bir kısmından vazgeçer hülasa,
    zamanla kabuk kalınlaşır kalınlaşır kalınlaşır,
    cevher tükenir tükenir tükenir,
    yok olsa da izi/kokusu kalır,
    kendiyle paylaşır ancak,
    kendi koklar.
    biz buna KAŞAR diyoruz,
    Siz ne anlıyordunuz………”

  • Mustafa

    Kaleminize ve yüreğinize sağlık…
    En çok özümüzü cezalandırıyoruz..
    Başkalarının planlayıp çizdiği evlerde yaşayan kaplumbağalarız aslında..

Siz de fikrinizi söyleyin!