Çocuk Gündemi,  Deneme,  Edebiyat,  Kurgu,  Toplum

Üzümün Çöpü

Bazı şeyler değişir,

Sizin üzerinizde olan değişiklikleri ise yakın dostlarınız çok iyi gözlemlerler ve sen değiştin mi? Diye soranlar bile olur.

Değişim kolay olmaz, sancılıdır. Bazen çok  acıdır, bazen iç savaştır. Elbette ki zamana bağlıdır. Kabullenmesi hiç kolay değildir. Yaşamınızı o değişime uygun hale getirmek ise doğum sancılarından beterdir. Ve ne acıdır ki çoğunun çok basit, değişime sebep olamayacak kadar komik ve küçük bir yanı da vardır.

Mesela 1 salkım üzümün çöpü gibi.

Sizce çok büyük değişimlere sebep olacak, sizi başka dünyalara götürecek ve birçok acıyı savaşı yaratacak kadar güçlü bir sebep mi?

Anlatayım;

“…….. her zamanki gibi dostlar sofrasında yemeklerimizi yedik ve ev sahibi Orhan elinden bir tabak içerisinde 1 salkım üzümle odaya daldı. Kusura bakmayın evde bu kadar kalmış dedi.

Hüseyin, siyah kısımlarını bana ver dedi. Bir diğeri tombul taneleri, öbürü sarı taneleri, çekirdekli çekirdeksiz taneler derken geriye kalan salkımın çöpü de benim tabağıma kondu.

Dost bildiklerim, sessizliğim nedeni ile açıkta kalmamdan bayağı keyif almışlardı. Ortak gülüşleri epeyce sürdü. Hemen yanımdaki sandalyede oturan Ali kardeşim, bilgiç bir tavır ve bilmiş gözlerle bana dönerek dalgasına devam etti;

– Sen bakma onun çöp olduğuna, emek verir, bakarsan, çimlendirmeyi başarıp bir toprağa ektiğinde kocaman bir asma fidanı olur ve her yıl en az 10 salkım üzümü tek başına yersin dedi.

Dediğini yaptım, çöpü bir peçeteye sarıp eve götürdüm. Ancak asma fidanı salkım çöpünden olmuyormuş. Aylar sonra bitki satan bir yerden küçük bir fide satın alıp, kendimce uygun gördüğüm yakın bir araziye, boş bir yere gizlice diktim.

2 yıl boyunca bakım için ne gerekiyorsa yaptım. Suladım, budadım, ilaçladım. Zamanımı harcamaktan asla çekinmedim. Bahar geldiğinde kuru gövdesinden fışkıran tomurcukları yüzümde yeni baharlar açılmasına vesile olmuştu. Heyecanlıydım. Salkımlar oluştuğunda nasıl bir ders vereceğimin planlarına giriştim bile.

O arada uzun bir iş seyahati nedeni ile kent dışındaydım. Bir ay boyunca üzümlerimin salkımlarını hayal ederek geri dönmek için çok daha hızlı çalıştım ve dönüşe geçtim. Gecenin geç saatinde ulaştığım evimi de çok özlemiştim. Sabahı zor ettim. Günün aydınlanması ile fırladım sokağa ve üzüm bağlarının sahibi, büyük çiftlik ağası yürüyüşümle asma fidesine ulaştım.

Büyük bir şok…

Fidenin içinde olduğu 100 metrekarelik bir alan tel örgü ile çevrilmiş ve kapısına … özel mülktür girilmez.. levhası asılmıştı.

Çitlerin dibine çöküp kaldım. Cezaevi görüşü gibi, uzaktan ve demir aralıklardan üzümlerime baktım. Üzerinde 2 adet salkım oluşmuştu ve küçücük yeşil taneleri ile bana beni buralarda neden bıraktın dercesine bakıyordu. Sanki ağlıyordu, üzerinde gördüğüm damlacıklar yüreğimi burktu.

Karşılıklı sessiz konuşmalarımız saatlerce sürdü. Seni bu esaretten kurtaracağım diye söz verip, ayağa kalktım. Yolun karşısındaki emlakçıya gittim.

Hayırlı işler diye daldım dükkana,

Hayırdır beyim, bu ne hal, bir şey mi oldu, dedi emlakçı.

Yok yok bir şey olmadı. Şu karşıdaki çevrilmiş arsayı soracaktım.

Haa o mu? Geçen gün sahibi geldi, tapunun fotokopisini ve iletişim bilgilerini bıraktı. Satmak istiyormuş. Beklersen dosyasına bakayım dedi. Raftan bir dosya aldı. Kapağına açarken, çay demlenmiştir, bir bardak ikram edeyim dedi ve kalktı.

Çaylarımızı yudumlarken, orası 106 metrekareymiş, imar durumu yok ama yakında gelir. Gelirse de yandaki parsel de alınırsa işe yarar, sahibi 30 bin TL istemiş… diye bilgileri okudu.

Benim arsa almak gibi bir derdim yok. İçindeki asma fidesini ben ektim. Sadece onu almak istiyorum dedim.

Toprak üstündekilerle birlikte tapu sahibinindir. Ayrıca başkasının toprağına ektiğiniz şey sizin olamaz, suçtur ve cezası vardır beyim dedi.

Siz rica etseniz ben onu oradan alsam dedim.

Güldü. Sen bağ bahçe işlerini bilmiyorsun galiba dedi. Nasıl alacaksın? Mevsimi değil, kökleri zedelersin başka yerde büyümez dedi.

Kırk derece sıcakta, buz içerisine yatırılmış beynimle döndüm eve. Kendime küsmüştüm. Yüzümü bile görmek istemiyordum. Sesime tahammülüm hiç yoktu. Bu nasıl bir işti ve benim başıma niye gelmişti?

Yaşadığım bir gecenin en fazla 10 dakikalık bölümünün yarattığı travmaya ders vermek için tam 2 yıl emek vermiştim. Oysa, o dersin daha büyük bir faturası ile karşı karşıyaydım.

O gün aşırı yorgun olduğumu söyleyip iş yerine gitmedim.

Ertesi gün öğle vakti, maaşlarımızın yatırıldığı bankaya uğradım ve tüketici kredisi baş vurusu yaparsam ne kadar alabileceğimi sordum. Bankacı hesaplarıma girdi, birkaç soru sordu ve ekranda yazan rakamı bana söyledi. Elli bin lira alabilirsiniz. Ne kadar sürer dedim, hemen başvurursanız 24 saatte onaylanır dedi.

Biraz pazarlık yaparak indirim almak için akşam çıkışta emlakçıya tekrar uğradım. Ben o arsaya talibim, 25 bin lira veririm, sahibini arayın dedim. Aradı ulaşamadı, benim telefon numaramı aldı ve sizi bilgilendireceğim dedi.

Ertesi gün akşama kadar, telefona takılı gözü ve elleri yorulmuş bir adam olarak bekledim. Sabah zor oldu, arayan da olmadı.

İşe gitmek için rutin işlerimi halledip evden çıktım. Arabamın motor sesi ile elimdeki telefonun sesi birbirine karıştı. Açtım, emlakçı arıyordu.

Beyim dedi, kusura bakma ancak geri döndü, kent dışındaymış, teklifini söyledim ama o arsanın fiyatını 40 bin yapmış, komisyon, devir ve diğer masraflarla bu iş sana 45 bine patlar, bence çok pahalı dedi.

Çağır gelsin yarın tapuya gidelim dedim.

Emin misin beyim, çok daha uygun ucuz ve üstelik imarlı güzel yerler var dedi.

Sen çağır ben o arsayı alacağım dedim.

Ertesi gün bankaya müracaatımı yaptım, bir gün sonra kavuşacağım üzümlerimin hayali ile eve dönerken mahalle manavına uğradım. Yanındaki çırak, aaa bu “üzümün çöpü” abi değil mi? Dedi, gülerek.

Ben bu davamın derinliğine gömülerek, başarmak için büyük bir savaş verirken, hikâyeyi bütün mahalleye ballandıra ballandıra anlatmışlar ve arkamdan “Üzümün çöpü” diye lakap takmış namussuz herif. Bir tarafta yalnızlığın ciddiyeti içerisinde ben, diğer tarafta mizahı kabullenmiş, dalga geçen kocaman bir mahalle. Artık bu iş namus meselesi olmuştu. Küresel bir kavgaya dönmüştü. Dalgacılar zafere kimin daha yakın olduğunu bilmiyorlar diye sevindim. Morarmış yüzleri çok yakında ben görecektim. Hayatımda hiç bu kadar kararlı olmamıştım.

Ertesi gün, tapudayız.

Mal sahibi vekalet verdiği genç bir kişiyi göndermiş, her şey bir an önce bitsin diye sabırsız bir haldeyim. Tapu memuru çağırdı, imzaları attık. Ben yeni tapuyu çıkarayım siz ödemenizi yapın dedi. Emlakçı da kazancı hak etmek için elinde dosya oda oda dolaşıp imzaları attırıyordu.

Uzun bir aradan sonra çok keyifli geldim eve, gelmeden önce tapulu arazime gittim, kapısının kilidini değiştirdim, asma yaprakları ve üzüm salkımlarımla konuştum. Epeyce bir hasret giderdim. Tapuyu gösterdim kendisine, sanki gülümsedi gibi geldi bana.

Evet giriştiğim bir kavganın ispatlama arzusuna dayalı geçen günler yaşadığım doğrudur. Ancak sahiplenme duygusunun tescil edilmiş olması başka bir duyguya evirilmişti. Artık çok başka ve daha büyük hayaller kurabilirdim. Beni bu yola iteleyenler umurumda bile değildi. Arsayı ucuz almışım, pahalı almışım onun bile önemi yoktu. Kapitalizme kurban olayım seviyesine ulaşmış, bir solcunun çelişkisi içerisindeydim. Masanın üzerinde duran kırmızı suratlı ve gülümseyen bir tapum vardı artık. Eğilip aldım elime, üzerindeki bilgileri tekrar okudum.

Benim o an yaşadığım ikinci şoku kaldırmam mümkün değildi. Tapuyu devraldığım kişi, aslında bana satan kişi, oturduğum masada çöpten asmaya giden projenin dalgasını geçen arkadaşımdı. Yine çok fena kazık yemiş, yine çok büyük bir tuzağın içerisine düşürülmüştüm.

Zeki olmak, işinde çok başarılı olmak ile duygularının esiri olup savrulmak arasında ki yaşadığım saflık, beni bir kez daha çok büyük bir aptallık uçurumundan yuvarlamıştı. Bu sefer parçalandığımı hissettim.

Yapacağım tek şey vardı. Oyunu kuralına göre oynamak. Bunun için oyunun adını kurmak, planlamak ve sabırlı olmak. Hedeflediğim tek şey vardı, mutlak zafer.

Güvendiğim, ama gerçekten güvendiğim bir başka dostum ve avukatımla konuşarak harekete geçtim. Dostuma yakın tarihli bir senet vererek kendimi borçlandırdım ve icra yapmasına müsaade ettim. Artık bana ait olan arsa icradan satışa çıkmıştı. Üstelik değer tespiti 20 bin lira, %50 ile satılsa 10 bin liraya kelepirin ötesi bir fiyat çıktı. Bu bilgiyi emlakçıya sızdırdım, elbette ki oradan arkadaşım dediğim alçağa gitti. Satış günü ondan başka gelen olmadı. Tek parsel olarak işe yaramadığı için kimse arsayı almaya, ihaleye girmedi. Sözde 13 bin beş yüz TL verip aldı ve gitti.

Ertesi gün onu aradım. Buluşalım dedim, kabul etti.

Kendisine mağduriyetimi, saflığımı, yanlış yaptığımı falan anlatıp, soyulacak kaz olmaya devam ettiğimi anlatmayı başardım. Üzümler olgunlaşınca bana ver dedim. Bütün mahalleye rezil oldum, bedeli neyse vereyim dedim. Anlaşırız dedi, üzülme, sen benim dostumsun dedi ve gitti. Giderken seni arayacağım merak etme diye de söylendi.

Tam bir hafta aramasını bekledim. Nihayet aradı. Tekrar buluştuk. Havadan sudan, konun etrafından bolca dolaşarak sadede gelemedi bir türlü. Ekonomik zorluklardan, kurduğu şirketin problemlerinden, eşi ile tartışmalarından hatta boşanmaya gidecek planlarından bahsetti ve bu şehirden de ayrılmayı düşünüyorum dedi. Ben onu bazı konuları yeniden değerlendirmesi gerektiği, yanlış düşüncelere girmeden kendisine süre tanıması gerektiği yönünde duygularla saflık ve dostluk havuzuma çoktan almıştım bile.

Ne zormuş, elimden gelse boğacağım bir adama dost rolünü oynamak.

Sonunda ağzındaki baklayı çıkardı.

Ben bu arsayı sana tekrar vereyim, bana 10 bin TL gibi ön kaparo ver, gerisini 2 yılda rahat rahat öde. Bir sözleşme de yaparız, diye önerisini ortaya koydu.

Avukatımla konuşayım, bilmem ki, bu aralar kredi, icra çok para harcadım, yeniden yanılmak istemiyorum dedim.

Tabi tabi konuş, hakkındır. Dedi.

Çok sıcak bir dostluk sarılması ve teşekkürleri eşliğinde yolcu ettim kendisini.

Aradan 3 yıl geçti…

Şimdi Anadolu’nun bir köyünde Ege’deyim. Yaklaşık 20 dönümlük bir arazi üzerinde üzüm bağlarım var. Küçük bir şarap ve sirke imalathanesi içerisinde günlerimi doğa ile baş başa geçiriyorum. Köpeğim Rodi ve kuzularımın yanı sıra tavuklarım bile var. Sabahları taze yumurta yemenin dayanılmaz keyfi içerisindeyim.

Arada bir küçük motosikletime atlayıp, köy kahvesine gidiyorum. Köylüler gerçekten samimi ve dostlar. Toprağa değmiş o eller beyinlerinde hiçbir entrika yaratmamış. Kurnazlıkları zararsız ve eğlendirici. Kendi mizahlarını kendileri yaratıyorlar. Elbette ki sürekli sorun ve acılar içerisinde yaşam geçmiyor. Kahvede gülmek, düğünde karşılıklı göbek atmak ve çocuklar gibi bakarak büyüttükleri ürünlerini yükledikten sonra arkasından hüzünlü gözlerle el sallamak kolay değil. Onlar emeklerinin peşinde, değer verdikleri tek şey toprak. İnsan bağrına yatmadan bu kadar sever mi toprağı, seviyorlar işte. Hem de ölesiye.

Benimle araları çok iyi. Ürünleri birlikte planlıyoruz, önceden satış bağlantılarını yapıyorum. Sürekli toprak analizleri aldırıp, toprağın ihtiyaçlarını önceden belirliyorum. Üretim verimliliği ve kazançları çok yükseldi. Dijital tüm uygulamaları öğrettim, rakip değiller, düşman değiller. Kendilerinin bana, kurtarıcı gibi baktıklarını o gözlerin derinliklerinde görüyorum. Üstelik oralara gitmeme vesile olan hikayemi de eksiksiz anlattım. Bana bu kadar acıyı, intikam duygusunu, savaşı ve hırsı armağan eden bu kötü dostlarıma sanıyorum ki sadece bu köylüler dua ediyorlar.

Haa bu arada, size hikâyenin son bölümünü anlatmadım. Acıları, sürekli yazmak zor oluyor dostlar, araya keyifli duygular girince çok çabuk unutuluyor, elimde değil işte.

Avukatım çok detaylı ve ince bir sözleşme hazırladı. Detaylara girmeden söyleyeyim, satıcıya edimlerini yerine getirememesi durumunda 200 bin TL ceza tazminatı koydu. Benim planladığım ve uyguladığım şeyler nedeni ile elbette ki satıcı edimlerini yerine getiremedi ve icralık oldu. Toplam 300 bin TL borç çıktı. 250 bin TL’lik evi, 100 bin TL’lik arabası ve 20 bin TL’lik arsası 190 bin TL’ye satıldı, şirketinin 110 bin TL’lik hesabına bloke kondu. Artık hiçbir şeyi kalmamıştı. Yediği 3 adet üzüme 480 bin TL ödeyen adam olarak geride bıraktım onu.

Bana sözleşmedeki ince detayları sormayın, kötü ellere geçerse çok kişinin canı yanar diye yazmıyorum.

Sonrasını bilmiyorum, bir daha hiç haber almayı düşünmedim, merak etmedim ve hepsini geride bıraktım. İşten ayrıldım, kredilerimi kapattım elimde kalanı da getirip bu köye yatırdım.

Pişman mısın diye soruyorlar. Elbette ki değilim, bu oyunu ben başlatmadım, ben planlamadım. Dürüstlüğü salaklık, sessizliği korkaklık olarak düşünüp, dostumu rakip haline getirip yok etme sevdasına girişmedim. Ben geç kalmış bir oyuncu olarak dahil oldum ve onları kendi oyun kuralları ile alt ettim. Ancak çok değiştim.

Bir salkım üzüm de öyle değil mi? Taneleri tüketince değişmiyor mu?

Üzerindeki güzellikleri, tatları size ulaştırmak için çektikleri yükü, koparıldıkları dala veda edişlerindeki hüznü ve her şeye rağmen çöp torbalarına giden sonlarını çok iyi biliyorlar.

Belki tabağımda üzümün çöpü kaldı ama, yaşama üzümün çöpü olarak devam etmedim…

Dostluklarınızı, arkadaşlarınızı, sevdiklerinizi küçük menfaatleriniz uğruna çöpe atmayın. Sahip çıkın, sıkıca sarılın.

Üzümün çöpü gibi davranmayın,

Üzümün çöpü olmayı kabullenmeyin…

Siz de fikrinizi söyleyin!