Deneme,  Edebiyat,  Güncel - Aktüalite,  Sosyoloji,  Toplum

Sevgili Dostlar

Bir mektup yazayım, anlatayım dedim hallerimi, hallerimizi olan bitenle ilgili. Eskiden böyle değil miydi haberleşmeler. Mektuplar değil miydi olanlara şahitlik eden. Bizim nesil çok aşinadır mektuplara. Satırlara dökülürdü tüm duygular, haberler verilirdi karşı tarafa, bazen istekler bildirilirdi alıcılara, mutluluklar müjdelenirdi bazen, bazen de duymak istemediklerimizi dile getirirdi satırlar.

Ama suçlusu sensin bu kadar sigaranın sen olsaydın içilmeyecekti bu kadar sigara.

Halil Cibran, Aşka Mektupları 

Henüz tüm evlerde telefon yoktu. Postacılar sokaklarda gördüğümüz yakın birer dost gibiydi merakla beklenen. Kişisel mektuplarım, canım ablamın yatılı okula gitmesiyle başlamıştı. En yakınınız uzaklara gidince nasıl boşluk yaşarsanız o boşluğu işte bir nebze olsun mektuplar doldururdu. Abimler teker teker askere gittikçe ‘görülmüştür’ damgalı er mektupları hiç eksik olmadı senelerce evimizden. Hepsinin de zarfları sevinçle açılır, bir sabırsızlıkla satırlar içilircesine okunur, mektup elden ele gezerdi. sonra mektubun asıl muhatabı alır eline sindire sindire yeniden okurdu.

“Sevgili Sait,
(…) Senin son kitabını okudum. Yalnız Sait’e has, Sait’ten başkalarının elinde adileşecek bir tarz. Kim ne derse desin, sen nev-i şahsına münhasır büyük bir Türk hikayecisisin! Hikaye ve romanlarının bir kelimeyle yazılarının havası, atmosferi, sihirli, büyülü bir şeyler taşıyor. İstanbul’u senin yazıların kadar hiçbirisininki taşımıyor. Oktay Akbal biraz o havaya yaklaşıyor gibi ama nerde…”

Orhan Kemal

Sevda mektupları olurdu sevenler arasında. Kimi komşu kızlarının damına atılırdı, bir kibrit kutusunda katlı aşk satırları. Kimileri koku sürerdi  göndereceği mektuba. Bir mektuba ne çok özenirdik, düzgün yazalım, çok kağıdı mahvetmeyelim diye. En güzel sözleri seçip itinayla, en temiz hisler ifade edilirdi, hatta türkülere şarkılara bile konu olurdu. Ünlülerin mektuplarından kitaplar derlendi.

“Yine yakmış yar mektubun ucunu, askerlikte sevda çekmek zor diyor
Yükleyip postanın bana suçunu, hatırımı teller ile sor diyor”

Hasretleri dile getirir, sözler verilirdi.

“Mektubunda diyorsun ki gel gayrı, vatan borcu biter bitmez oradayım”

O zamanlar da askerlik de askerlikti hani, dört abim de ikişer sene askerlik yaptı.

Bazen ayrılıkları bildirirdi mektuplar en acıtıcı… “Olmasa mektubun yazdıkların olmasa, kim inanır senle ayrıldığımıza” diyor sevgili Murathan Mungan. Yeni Türkü de ne güzel söylemiş değil mi dostlar. “Kahır Mektubu” olmuş yüreğimize oturmuş, “Son Mektup” olmuş elimize alınca ağladığımız.

Gurbette okuyan öğrencilerin ‘talep mektupları’ olurdu ailelerine yazdıkları. İki satır hal hatır sormadan sonra istekler bildirilirdi daha çok anaya… Babayla aramızda köprüydü annelerimiz, tüm söylemek istediklerimiz o iletirdi ‘evin reisi’ne. Mektuplar da daha çok anneye yazılırdı bu yüzden. Sırf yüzgöz olmamak için çocuklarından uzak duran, sevgisini gösteremeyen babalara acırım. Şimdiki babaların çocukları ile çok daha sağlıklı ilişkiler kurduklarını görüp seviniyorum.

Özel günlerde birbirimize gönderdiğimiz tebrik kartları vardı hatırlandığımızı hissedip, sevindiğimiz. Günlerin özelliğine göre itina ile seçilirdi. Yılbaşı kartlarında mutlaka simler olurdu, belki de yeni yılın yıldızlar gibi hayatımızı ışıklandırması dileğini resmeden. Her evde zarflar için pul bulunurdu, hatta eskiden kimileri arşivliyordu.

Sonra bir gün adreslere posta kodu eklendi. Daha kolay bulunmak için dijital hayata ilk geçişimizdi çoğumuzun. Ancak her şey sayılarla ifade edilmeye başlanınca ve gitgide iletişim yolları kolaylaştıkça mektuplar da yavaş yavaş hayatımızdan çekildiler sessizce. Yerini sanki matbu hale gelen SMS ve emojilere bıraktılar. SMS’lerde gündelik muhabbetlere zamanla sohbeti getiriken, emojilerde ise kelimenin kolaylığı için çare oldu adeta. Herkes neredeyse basit cümle kullanıyorken özentisiz, sonunda bir/iki emoji ile bitiyor sohbetler. Ancak bizler nasıl gazeteyi elimize alıp da okumanın keyfinden vazgeçemediysek, bence mektuplaşma da hiç bitmemeliydi yakınlarımızla aramızda.

” …
Kızım, annem, karım, kardeşim
sen
Başında güneşler esen
Altın gözlü çocuk,
Altın gözlü çocuğum benim;
deli çığlıklar atıp avaz avaz
burnumun dibinden gelip geçti de yaz,
ben, bir demet mor menekşe olsun
getiremedim
sana!
Ne haltedek,
dostların karnı açtı
kıydık menekşe parasına!”

Nazım Hikmet, 12 yıl boyunca hapishaneden eşi Piraye ile mektuplaşmıştı.

Hep güzellikleri mazide mi bıraktık? O güzel insanlar beyaz atlarına binip gittiler de bizi çirkinlere mi mahkum ettiler? O naif mektuplar gibi tükendiler de dünya kötülere mi kaldı? Yine de iyiler birbirini buluyor bir şekilde. Ya da biz yaş aldıkça iyiyi, kötüden daha iyi ayırt edebiliyoruz.

Atatürk’e Albert Einstein’ın yazdığı mektubundaki ricasıyla, hala gurur duyuyoruz. Mektubunun son satırı aklımızda kalmıştır.

“Ekselanslarının sadık hizmetkârı olmaktan şeref duyan,
Prof. Albert Einstein”

Levent Kırca’nın son mektubundaki sözler de aklımızda kaldı.

“Atatürk’le kalın
Cumhuriyetle kalın
Hoşçakalın…”

Son olarak bir babanın kızına örnek bir mektubunu aktarıyorum, okumak isteyen güzide ruhlara.

“Kızım Canım,
Ben eyi bilmiyorum ama öyle sezinliyorum ki sen iki meslekte başarı gösterebilirsin. Bunun biri, Ahmet gibi hekimlik, öteki de edebiyat. Sanıyorum ki ikincisinde daha çok başarı gösterirsin. Bir kadına da eyi bir yazıcı olmak yakışır. Orijinal piyesler, komediler, sinema romanları yazmak, hikayeler, çocuklara kitaplar yazmak hoş bir şeydir. Bu da biraz okumak, usanmamak ve biraz da yaş yaşamakla olur. Kendine yazıcılıkta bir tip bulmalı. Bunun kadınlara faydası, bütün ömür boyunca vardır. Hiçbir işi kendisine mal etmemiş bir adam derin bir boşluk ve sonsuz üzüntüler içinde kalır. Hiçbir şeyle de kendini avutamaz. Gençlik, güzellik, sevgi bunlar geçer. Bunlar geçtikten sonra da insan gene yaşar. Böyle günde yazılar, adamı yaşatır, sevindirir. Yapacak bir işi olan adam çok yaşar, kolay hasta olmaz.

Yaşamanın sonu nasıl geleceğini kimse bilmez. Ben kendimi burada elçi olmuş görünce şaşırıp kalıyorum. Nereden nereye! Şimdi gidip babama söylesem: “Ben elçi oldum!” desem, inanmaz. O bize bir çiftlik bırakmayı düşünüyordu. Onunla geçinecektik. Huuu Afganistan nere, çiftlik nere! Düşün: Dün gece Fransa Elçiliği’nde akşam yemeğinde idim. Kır saçlı, kır bıyıklı bir adam! Fraklı. Elçilerin ihtiyarı, eskisi olmak dolayısı ile en yüksek yerde oturuyorum. Bu son yılda saçlarım da epeyce döküldü. Başım çıplak değilse de eh! Çıplaksı. Babam beni görse tanır mı? Anneni sokak kılığında görse tanır mı? Babam değil, annem bile görse tanımaz! İş nerede idi nereye geldi. Yarın da kim bilir neler olacak. Bugün yapılan hesap ne kadar geride kalacak. Geleceği kimse bilip kestiremez ama gene de hesaplar yapılır.

Ben çocuklukta kendi kendime düşünür, bir gün yalnız kalmaktan, geçinmekten korkardım. Belki herkes böyledir. Ne kadar boş korkular, ne kadar çocukluk! Yaşayış ve ölüm korkacak şeyler değildir. İnsan yaşar gider, haberi olmaz. Yalnız bu yeryüzünde bir eser bırakmadan geçip gitmiş olmak bana hoş gelmez. Ben, bugüne kadar istediğim gibi, büyük bir şey yapamadım. Yazdıklarım da çok azdı. Çalışıyorum. Belki eyi bir şey yazarım. İsterim ki sen daha eyisini yazasın.”

Memduh Şevket Esendal, çocuklarına çokça mektup yazarmış, galiba bu mektubu yazdığı kızına da çok düşkünmüş; tahminlere göre kızı bu mektupların çoğu kendisine geldiğinde, henüz okuma çağına bile ulaşmamış,  çok küçük yaşlardaymış.

Mektup yazmak aslında hayaletlerle ilişki kurmaktır ve üstelik sadece yazılan kişinin hayaletiyle değil, aynı zamanda kendi hayaletiyle de ilişki kurmasıdır.

Franz Kafka, Milena’ya Mektuplar

Özümüzü unutmayalım, özümüzü içimizden yeniden uyandıralım. Sevginin kutsallığı mektup satırlarına akarmış sözlerle, haydi sevdiklerimizi mutlu edip, mektubu yeniden moda edelim mi? Ya moda olursa mektuplar, insanlığa sıra da gelir mi? Belki!  Hayatta her şey mümkün, umutla yazalım; sevgiyi mektuplara kaydedelim. Kırmayalım, yine güzel hitap edelim. Defalarca okunacak en güzel mektup; belki henüz yazılmadı, haydi ne duruyorsunuz?

Hamiş: Sevgi ve iyilikle kalın.

Macide Gür

Bir yorum

  • Hayati Sarnık

    Mektup beklemenin heyecanı ve sevinci dijital ortamda yok.Soğuk bir haberleşme.Mahalleye postacı gelince camlar açılıp bağırılırdı”komşu askerden miii,kızdan mııı”Daha mektup açılmadan camdan cama sohbet başlard

Siz de fikrinizi söyleyin!