Deneme,  Din,  Güncel - Aktüalite,  Şiir,  Toplum

Pes Doğrusu, ‘Pes’…!

Yorgun kentin, bitap hali, çirkin yüzü, boynuna lanet halkası olup asılan…,
Her türden ihanetler pusularda, ömürler tüketen hainlerin işgüzarlıkları ve fazla mesaileri….
İspiyoncular, kulaklar, şerefi yitireli, arı-perdeyi sıyıralı hani, nice zaman hatta; iki haneli rakamlardan kuleler yükseltecek kadar yıllar olalı, sabıka sicil kayıtları, çığ gibi ömürlerini yutan, iflahsız, hırsızlar, erketeler, gammazlar…!
Asalaklıklarını ve virüslüklerini aleme yayarken, iştahla seyirten…,
Bu gudubet tayfası, dur duraksız konumlarda, adeta orgazm hallerinin, lakayıtlık olarak dışa vurumunda…,
Elvan çeşit mikroplar saçan, ipsiz-sapsız ordusu, kenti kirletmekten utanç duymayı çoktan
unuttuklarını alenen ortaya koyarak; işi halledip, malı götürerek, cukkayı dolduruyorlar…!
Arı-edebi duvara asalı, nice olmuşlukla aksine, inadına zevk alıyorlar.
Sığıntılılıklarından utanç duyacak yere, bu haspalar güruhu…!
Bu delişmenliklerindeki, sınır tanımazlıklarda savruldukları kentin gecesine, arsız arsız sırıtışlarla, yamanmışlıklar da gün eskitip, çürüme saçarak…,
Aslında, ödedikleri ağır diyetin farkında olmamışlığında, kara zarara bakmadan, hatta bunu hiç umursamadan, beleşçiliğin kokonalığında, ayaklı zombi olarak, bırakın diriyi ölüye göz dikip her tür sapkınlık ve sapıklıklarda, ömür tüketiyorlar.
Toplumun dinamiğini kemiren bu hayasız güruh farelere ve diğer kemirgenler sülalesi mensuplarına taş çıkartıp; her tür boku yemekte, sınır tanımıyorlar.
Bu bedevacılar güruhu, insani duyarlılıklarla utanç duymak yerine…,
Zevk sarhoşu kesilmiş haller de üstelik, namuslularla, kenti geceyi borçlu çıkartacak pişkinliklerde ve sınır tanımazlıklar da sığınıp yamanmışlar, bir varmış- bir yokmuş hallerde, insanların balık hafızalılığından güç alarak, her dakika bir garabetlikle, tecavüz ediyorlar, geceye, değerlere ve hasılı topluma ve ülkeye…,
Bu hallerdeki ahalinin hemen hepsi denecek kadar, yoğun kesimi…,
Hepsi bir yerinden tutmuş, inat ve kararlılıkla, asılıp çekiştiriyorlar; geceyi, kenti, güzellikleri ve değerleri talan ederek…,
Havada sıkkın ve ha patladı, ha patlayacak fırtınanın, habercisi hallerde, buram buram terleyen ölümcül hasta mecalsizliğinde ateşler saçarak, ardından gelecek sıkıntının ayak seslerini iletiyor gibi…
Sıkkın, lal gecede adeta saatlerin tik-takları bile yutuluyor, o görünmez güççe…!
Anlamlandırmaya kalkarsak en uygun tanım veya sözcük…
” – Ölümcül sessizliğe belenmiş…! ” 
 

Sanki, benimle yarışıyor, kent…
Tüm belalar, musibetlikler ve gammazların kirli solukları ve ayıplı sözcükleri de karışınca sanki her şey tamam…
Hani bir deyiş vardır, halkın diline pelesenk olan…
” – Bir musibet, bin nasihatten evladır…! ”
İşte bunu doğrulamaya gebe, zamanların sıkıntısı ve hatta boğuculuğu var; kentte ve kente kara şemsiye olup, onu kanatları altında tutmaya çalışan, bu garip gecede…!
Ha çaktı, çakacak halde fırtınanın işaret fişeği şimşekler çakmaya başladı karanlığın bağrında…
Sağanak yağmur adeta tüyo ya da işaret bekler gibi, ya da son tedbir uyarısını yapar edada hem müsamahalı hem, otoriter pirpirikli, huysuz, aceleci şef, hallerinde…!
İroniler gecesi desek, hemen hemen hiç abartmış olmayız…!
Ben vıcık, vıcık tuzlu-yağlı, berbat kokulu ter içinde, teşbihte hata olmazsa,
” – Ölü somona balığı kokusundan da beter haller de…! ”
Adeta burnumun direğini kırmaya yeminlikler de…,
Hakeza, uyuz olmuş gibi, haldır haldır kaşınmam da işin cabası ya da eşantiyonu sayılacak cinsten…
Anlayacağınız, öyle-böyle bir kaşıntı ve kaşınma değil hani ya, laf aramızda…!
Ama hala bir şeyler eksik ve havada yayılan tısıltıların çoğalışından…,
Anlaşılan o ki…,
Basınçlı mı basınçlı havaya yenilecek, bu şehir ve onun kirli-boz bulanık ölü somon kokusuna ek, havada birden peydahlanıveren sidik kokusu…
Tam tahammülsüz halde…yim diyecek… ken…,
Hava gümbürtüsü, lafıma limon sıktı.
İşte şimdi şahken, şahbaz oldu, çıktı halleriydi, durum ve benim konumum, halim…!
Gümbür gümbür o davudi sesle, ipini olmadı, zincirini becerip kopararak, saldıran aç köpeklerin, masum ve dingince yemlenmeye çalışan kuşlara saldırışı misali…,
Amansızca saldırıyor dört bir koldan geceye…,
Şimşekten, fırtınadan, delice yağan çıvgın yağmurdan cesaretlenerek…,
Tüm kerahatlıklar, garabetlikler ve hasılı sinamekilikler…,
” – Bir bu eksikti ! ”
Demeyi haklı çıkartacak cinsten durumdu anlayacağınız, an itibariyle yaşananlar ve yaşadıklarım…
Kurtarsa kurtarsa yağmurun yıkayışı kurtarır, geceyi diye düşünürken, gökyüzü gümbürdedi göz yaşlarım misali, apansız boşandı gökten yağmur…
İliklere dek işleyen cinsten gür mü gür hallerde, tüm homurtuları bastıran ses patlamalarında, şimşekler çakıp geceyi gümüşi aydınlıklara boğmacasına çakıyordu…


Bir ben ağlıyordum, şu koca kentte sanki, gece hem intikamını alıyor, bununla da yetinmeyip, nispet yapıyordu bana, düpedüz ve resmen…
Camda delişmen yağmur, yanaklarımdan süzülen göz yaşlarıyla yarışırcasına, dövüyordu emektar pencerenin kahrını çeken, camı…
Gürültü kirliliği senfonisinde, bir eksik ve kusur oydu, sanki…
O, gümbürdedikçe ben; hıçkırıyordum…
Bardaktan boşanırcasına yağan yağmur, olanca hızla kamçı gibi iniyor; camlara, ağaçlara, bina yüzeylerine, yollara, kaldırımlara ve hasılı yorgun geceli şehrin, üstüne üstüne…
Altta gözyaşlarım, üstte yağmur nasıl da karışıp, bulamaç oluyor görseniz…
Geceye yamananların yaşam telaşı ve agressif halleri, adeta yağmuru kudurtuyordu…
Bulutlar üst üste hallerde, şehrin ve kirli gecenin üstüne üstüne abanarak, koyuldukları hazın demini, keyfini ve hazzını yudumlaya yudumlaya…
Yağmurla artan ağlayışım ve göz yaşlarım bıçakla kesilmecesine apansız kesiliverdi…
Neden sonra, gülüyorum, bulutlar adeta kerkinme yarışına ve kuyruğuna girmiş, hayli uzun zaman dilimine dayanan, gecikmiş abazalıklarını gideriyor hallerde, işgüzarlıkla birbirinin üstünde şaha kalkarak…
Haz hırıltılarını andıran sesler eşliğinde, doruğa erişiyorlardı…
Birbirlerinin üstüne üstüne abandıkça, uzayıp, kısalan ritimlerle işin ve zevkin tarifsiz tadını çıkartıyorlardı ve bunu ilahi bir ritüel ve törenle yaparken, kendilerinden geçiyorlardı…
” – Yoksa diyorum, dogmatik asalak fetbaz ve bir o kadar bağnaz mı bağnaz, hacı-hoca tayfasının kerhaneye çevirdiği cennet, göğe mi taşındı? “
Koptu makaralarım…

Ağıtlarımla gülüşlerimin, ses ses, iç içe geçmişliğinde, hala kerkiniyordu, törene has ritimle, bulutlar…
Artık eminim, cennet denen kerhane mesaiye, gökte devam ediyor…
Yoksa, niye kerkinmeye odaklansın ki bulutlar, art arda, alt-üst hallerde… 
Kimin eli kimin kıçında ya da kim gazi, kim muzaffer belli değil…
Belli olan, tek istisnai hal ve durum var…
O da bu gece gök yüzünde, çok bereketli ve kerhanelerde ful dolu geçecek…
Ayıbı-tayıbı yok, semada hala boşalmaya çalışan bulutlar, birbirine sürtünüyor…
İlahi raksı en sıkı şekilde sürdürüyorlardı…

Hani meşhur deyiş vardır…,
” – Hacivat kıç düzer, Karagöz cünüp-cenabet gezer, ceremeyi çeker…” Diye.
Boşaldıkça bulutlar, sağanak halinde serpiştiriyorlar, ıslak ıslak üstüme suç kanıtlarını adeta…
Soyunduğum rolün, Karagöz’ü olarak, misyonuma uygun halde, ben de ceremeyi çekiyordum,
Keyfi Hacivat Bulutlar, yaşıyorken.
Eeee, serde Karagözlük olunca, olacağı da bu olur, elbette!
Onlar ferahlıyor, ben sırılsıklam oluyorum.
Şu bağnaz mollalar, yok mu, bağnaz mollalar…
Ettiler, edemediler bulutlarla; semanında kanına girerek.
Hurilerle, ibne kılıklı Nuri oğlanların,
Badelenmesi de repertuara eklenen ekstra bir uygulamayla,
Programlarını, zındıklıklarını güncelleyen bu hödükler…
İçinden Kevser şerbeti yerine Afrodizyak etkili içecekler ve yiyeceklerle azıp, zincir kıranların,
Badecilerin, Badelenenlerin ve badelilikler de telef hallerde zevk arayanların kayış yağlamalarıyla,
İyiden iyiye çivisini çıkarıp, kerhaneye döndürdükleri söz de vaat edilip, bahşedileceği beklenen.
Laftan ibaret, afaki Cennet’i sonunda, Seyyar Kerhane ve haz merkezi hallerinde hizmet vermecesine,
Göğe de taşıdılar ya…

Kerhaneye, döndürdükleri Cenneti…,
Cinsel haz, zevk ve çekim merkezi hatta POST MODERN AVM’lere bile taş çıkartacak hallerde…
Hizmeti ayağa götürerek, mavallardan nemalanın kirli cukkaları aklamayı da,
Reisleri Uzuna havale ederek…

Kamuya hizmete açtılar ya, pes doğrusu, pes…!
Pes doğrusu, pes!
Hacı-hoca girince, bulutların kanına…,
Ben gariban dönüyorum sudan çıkmış, o malum Gazi Sıpaya…!
Ben gariban dönüyorum sudan çıkmış, o malum Gazi Sıpaya…!
Pes doğrusu, pes…!
PES DOĞRUSU, PES…!

Mualla SEZGÖR YASSIBAŞ / İSYANİ
Immenstaad / Almanya
07 / 12 / 2020 – PAZARTESİ
Saat ; 18_52

Siz de fikrinizi söyleyin!