Edebiyat,  Gundem Arşivi Klasikleri,  Sosyoloji,  Tartışma,  Toplum

Öldürmeyeceksin!..

     İnsanlığın gördüğü her devirde tarih, kanuna tâbi olanlar ile olmayanlar arasındaki çetin mücadeleye şahit olmuştur. Kanun, kanatları olan dev kuşların rahatça gökyüzünde süzüldüğü, kanatları olmayan küçük çekirgelerin yerde çakılı kaldığı komik fakat travmatik bir oyun alanıdır. Avrupalı ise bu durumun en önde gelen timsali. Çağdaş Avrupa medeniyetinin bolluk ve zenginliği gerçekten de teknolojik yatırımların bir getirisi midir? Yoksa geçmişin en unutulmaz sayfaları arasında yer almış olan kanlı sömürgelerin bir kazancı mı? Tarih boyunca insanlar ikiye ayrılmıştır. Machiavelli bu durum için şöyle söyler: Tarih yapanlar ve tarihin malzemesi. Bu söz düşünen bir insan için bir çok konuya ışık   tutmaktadır.

     Çağdaş Avrupa’nın temellerinin henüz yeni atıldığı sıralarda cesur ve kişilikli bir yazar, daha sonra herkesçe bilinecek olan bir eseri kaleme alır. O eser Suç ve Ceza’dır. Dostoyevski bu eserde zenginliğin ve fakirliğin bir arada hangi şartlar altında yaşadığını etkileyici bir dil ile okuyucuya anlatır. Eserin kahramanı Raskolnikov, sefaletin bütün zilletini, bütün rezillikleriyle birlikte yaşamış genç bir delikanlıdır. İçinde bulunduğu çıkmazdan kurtulmanın tek yolunun tefeci kadının canına kıymak olduğunu anlar. Burada Raskolnikov topluma musallat olmuş bir hastalığı yok etmek niyetiyle hareket eder. Davranışının tamamen meşru bir müdafaa olduğuna kanaat getirir. Hastalıklı bir koşul, çaresiz bir zihniyet ve geçmişten gelen hasta bir sistem…

     Avrupa’nın sahip olduğu medeniyet gözlere hoş gelse dahi, içinde bulunduğu durumu kan ve gözyaşına borçludur. Tıpkı eserde olduğu gibi bu dünyanın da bir tefeci kadını vardır. Zihniyet aynı, davranış aynı. Başka insanların acı ve gözyaşlarına kulak kapatmış bir sistem. O sistem ile kurulmuş bir medeniyet. Sosyalistler suç kavramı için şu ifadeyi kullanır. İnsanın suç işlemesindeki neden, bozulmuş bir sistem ve bozulmuş bir çevredir. Yani bozulan içtimai düzen insanlar arasında suça teşvikin en önemli nedeni. Aynı sosyalistler çevrenin düzeltilmesi şartıyla suçun engellenebilir olduğunu düşünmektedirler. Fakat bu rüyadan da uyanmak gerekir. Zira madalyonun bir diğer yüzü daha vardır. İnsanın olduğu yerde suçun kendisi, niyeti veya meyili vardır. Kanun insanın suça olan teşvikini engellemek için uğraşıyor olsa dahi, insana has ihtiras, kıskançlık, kibir ve daha nice durumlar suçun oluşması için yeterli imkanı insana tahsis ediyor. Pekâlâ kanun, toplumun her sınıfına eşit tezahür ediyor mu? Suç nedir? Neden işlenir? Ölçüsü nasıl belirlenir? En önemlisi suç, kime göre suçtur? İnsan bu konular üzerinde, hiç değilse hayatında bir kez dahi olsa düşünmeli ve bir fikre sahip olmalıdır. Bütün kanun koyucular ilk defa yankı getirecek bir işe kalkıştıkları zaman suçlu sayılmışlardır. Zaman içerisinde bozulmaya yüz tutmuş içtimai düzenin karşısında, insanların yararına çalışan her kahraman vakti gelmiş suçlu sayılmış, toplumun ileri gelenleri tarafından hain ilan edilmiştir. Zaman zaman toplum dahi, alışageldikleri gelenek ve görenekleri terk etmekten korktukları için yozlaşmış olan bu gruplara hizmet etmekte bir mahsur görmemişlerdir. Zira bozulmuş bu içtimai düzene savaş ilan etmiş her büyük insan, çağdaşları için önemli sayılan ve saygı duyulan değer, yargı ve yasaları çiğnemiş, yok saymışlardır. Hz Muhammed, Solon, Hz İsa… Tarih bu hadiselere çokça şahitlik yapmıştır. Yeni bir içtimai düzenin habercisi olmak isteyen her insan, toplum huzurunda suç işlemek zorundadır. Bu kaide eski ile yeni arasında ki ezeli savaştan gelir.

     Büyük fikirlere sahip her insan, çağdaşları tarafından “anlaşılmamak” ile cezalandırılır. Yeni fikirler, eskinin karşısında olduğu müddetçe toplum için tehlikeli bir sınıflandırma içerisinde kendisine yer bulur. Her yeni fikre ilk önce çağdaş insanlar karşı çıkar, toplum için bu bazen kabul edilebilir bir durum dahi değildir. Hatta zaman zaman sonuçları ölüm bile olabilir. Tarih bu durumun şahitliğini pek çok kez yapmıştır. Fakat işin ilginç tarafı, fikrin sahibi öldükten veya öldürüldükten sonra kişinin aziz ilan edilmesinde yatar. Yeni oluşturulan içtimai sistem onun ismi ile anılır. O artık bir kurtarıcıdır. Hz. İsa bu durumun en önemli isimlerinden bir tanesi değil mi? Semavi dinler “Öldürmeyeceksin” diye emreder. Bunun üzerine yazılmış, yapılmış, konuşulmuş binlerce söz ve yazı var. Hristiyan Avrupa bu durum karşısında hep yetersiz kalmıştır. Zira bu sözün anlamını kavramakta güçlük çektiği aşikar. Sahip olduğu lüks ve ferahlıktan oldukça memnun. Gerisi kimin umrunda?

     Oysa Doğu Medeniyetin de insan hayatına saygı ve sevgi var. Batı Medeniyetinin önemli isimleri arasında kabul edilen Goethe “Ya örs olacaksın ya çekiç” ibaresini kullanıyor. Oysa Mevlana, “Gel, ne olursan ol, yine gel” ifadesini kullanarak insan canına olan sevgi, saygı ve şefkati dile getiriyor.

Bir yorum

Siz de fikrinizi söyleyin!