Deneme,  Edebiyat,  Kitaplar,  Şiir,  Toplum

Kutup Yıldızı

Ben onun düşün ve felsefe üzerine olan kitapları çok ama çok severek okudum.. Kaç kitabını okuduğumu tam olarak anımsayamasam da bir değerlendirme yazımda Marxsizme katkı yaptığını ifade ettiğim aklımda. İnsancıl Dergisi’nde Yıldız Güncesi adıyla yazdığı yazılarının hemen hemen hiçbiri kaçmamıştır gözümden Kutup Yıldızı ikinci öykü kitabıymış meğer. Onun öykü yazacağı / yazdığı aklıma hiç gelmedi ne yalan söyleyeyim. Ya da bir düşün adamının, bir felsefecinin öyküye ayıracağı zamanı olmaz diye bir bilinçaltı oluşmuş bende belki de. Kötü bir önyargı.

Sıkı bir okur olduğunu; öykü, roman, deneme, şiir kitapları üzerine değerlendirmeler yaptığını bilmiyor değilim hoş. Hatta benim 4.kitabım Beni Nereye Götür hakkında bir yazı kaleme aldığını yıllar geçse de nasıl unutabilirim!

Kutup Yıldızı’nı okuyup bitirdiğimde kendime mahcup düştüğümü fark ettim. Öyle ya bir düşünür, bir felsefeci, bir Marxsist nasıl olur da öyküyle, şiirle, kasaca edebiyatın her disipliniyle haşır neşir olmaz! Birikimini, havzasını onlarla beslemez! Önemli felsefeci, kendisinin de yakın dostu Afşar Timuçin bana anlatmamış mıydı şiir kitapları çıktığında yaşadığı heyecanını kolay kolay başka bir olay sırasında yaşamadığını, onları raflarda görünce içini dolduran sevincin benzersizliğini… Adam her şeyden önce yıllar yılı bir edebiyat dergisine can vermiş. Dergi bünyesinde şiir atölyeleri de oluşturmuş üstelik.

Kendime mahcup düşmem salt bu anlattıklarımla ilgili değil. Kutup Yıldızı öykü üzerine ikinci kitabıymış. Benim birincisinden bile haberim yok. Kutup Yıldızı’ndan sonra Akanyıldız’ı da çok ama çok merak etmeye başladım doğrusu. En kısa zamanda edinip okumam lazım.

Kutup Yıldızı içindeki kısa öykülerin her birini aralarına zaman koyarak çok değişik duygular altında okuduğumu söylemeliyim. O duygularımı burada anlatmam hem mümkün değil hem de gereği yok. Ama Kutup Yıldızı’nı başka öykü kitaplarından ayıran kimi saptamalar yaptım ki onları başlıklar halinde de olsa ifade etmeden yapamadım işte. Bunları ifade ederken öykülerin bende yarattığı çağrışımlar, duygulanımlar da saçıldı yazının içine.

Öykü karakterlerini uzun uzun betimlemiyor hiçbir öyküde. Sorunu yalnızca insan. Dünyaya bırakılmış insan yalnızlığını öyle bir duyumsatmış ki üstelik. Mutlu son yok öykülerin hiçbirinde. Kapitalizmin insanı hiçleştirdiğini öykülerdeki sonlardan ötürü daha bir ayrımsıyor insan. Öykülerde masalsılık da yok, karakterleri yargılamak da…
İnsanın karmaşık ilişkilerine çeşitli pencerelerden bakması dikkat çekici. Okurun sorunlara, öyküde yaratılan dünyanın içinden bakabilmesini sağlamadaki ustalığı da… Bunu karakterleri anlamadan yapabilir miydi diye düşünüyorum. Demek ki hep yaşamın içinde olmakla ilgili bir durum. Edebiyat yaşamın içinde olmayı gerektirmiyor mu zaten!

Öykülerde eşit, özgür ve güvende yaşamak için mücadele etmek gerekliliği sağlam bir felsefeye dayanarak ve olaylar dil derinliğinin, dil tadının içinden geçirilerek veriliyor. Bildirgemeciliğe düşmeden, akışa müdahale etmeden hem de… Sağlam tanıklık bu olmalı her halde. Çünkü yazmak bir tanıklık da aynı zamanda.

Öykülere Adalet Ağaoğlu’nun Bir Düğün Gecesi’ndeki Dönek Tuncer, Orhan Kemal’in romanlarındaki Kabak Hafız, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Huzur romanındaki Sümer Bey ve daha başkaları nasıl sızmışsa sızmış. Bu durum öykülere ayrı bir sağlamlık kazandırmış. Hata kimi öykülerin yapısı, kimi romanlardan yapılan alıntılarla kurulmuş. Karakterler sahici, yaşamın içinde soluk alıp veren kimseler. Adeta okuduklarından, gördüklerinden damıttığı karakterler kendisiyle birlikte yaşıyor. Öykülerde bunu hissetmemeniz mümkün değil.

İster istemez düşünüyorsunuz: Öykü yazmak öyle kolay mı? Bir de bu derinliğe ulaşmış öykülerin kısa olduğunu gördükçe… Aklıma, “yazar sözcükleri kusmak yerine yutmalı” ifadesi gelip yerleşiyor bilemediğim bir biçimde.

Öykülerin hangisi olursa olsun ülkemizde yaşananları düşündürüyor insana. Gerçeklikle yeni bağlar geliştirdiğinizi, yaşamın içine çekildiğinizi hissediyorsunuz. Yaşamı bilmeden, dünyayı kavramadan onu değiştiremeyeceğinizi de anlıyorsunuz bir kez daha.

Bu yüzden kendinizle kapışıyorsunuz. Kendinizden yeni kendinize doğru bir göçtür başlıyor.
Kutup Yıldızı’nı anlatmak için bu yazılanlar yetersiz kuşkusuz. Ben belki de koca bir denizden bir kova su çıkarıp ona bakarak bir şeyler anlatmaya çalıştım. Bu yeterli olabilir mi hiç?

Kutup Yıldızı’nı yeniden yeniden indirip okumak üzere kitaplığımdaki yerine koyarken beni İnsancıl Şiir Atölyesi’ne konuk eden, İnsancıl Ailesi’yle ve düşünür, felsefeci Sayıl Cengiz Gündoğdu ile tanıştıran Modern Türk Şiiri’nin önemli ismi, büyük ustası Kemal Özer’e de minnet duygularımı ifade etmeliyim.

Sevgili Sayıl Cengiz Gündoğdu siz çok yaşayın ve çok yazın. Bilin ki sizin düşünce ve felsefe kitaplarınız gibi öyküleriniz de duyarlıklarımı çiçeklendirdi, kendimden başlayarak devam eden insan olma yolculuğuma hız kattı. Aşk olsun size! Başka ne diyebilirim ki?

Hayrettin Geçkin

Siz de fikrinizi söyleyin!