Sosyoloji,  Toplum

Kur’an Kursunda Falakaya Yatırıldım

Bir cuma günüydü. Cuma namazına hocanın tüm talebeleri ve elbette köyün tüm yaşlıları ve gençleri gelirdi. Çok kalabalık olan camide, beni şikâyet eden çocuğun tam arkasına durdum. Bir büyüğüm tavsiye etmişti. Onun verdiği toplu iğneyi, secdeye gidildiği anda önümdeki çocuğun kıçına soktum. Çocuk “anam!” diye bağırdı. Ben yere kapandım. Gülen, kahkaha atan, pık pık ses çıkaran çoktu. Namazı bozulan cami dışına kaçıyordu. O gün cemaatin yarısından fazlası gülüp, namazı bozup, cami dışına çıktı. O gün camide sadece yaşılar ve ben ve imam kaldık. Bizim namaz tamamlandı.

Allah kabul eylesin!..

“Kuran Kursu Hocası Sidikliğimi Nasıl Bağladı?” (tırnak içindeki başlığı tıklarsanız, alıntı yaptığım yazıma da ulaşabilirsiniz) diye… Bu yazıyı alıntıladığım  şekilde bitirmiştim.

Bu olaydan sonra, kindar hocam bana olan hıncını biriktirdi. Gerçi, korkudan yaklaşık bir hafta kursa gitmemiştim. Evdekilere kursa gidiyorum diyerek dışarı çıkıyordum, başka yerlerde dolaşıyordum. Hoca beni ebeme şikâyet edince, kursa gitmediğim ortaya çıktı. Hoca, benden hıncını almak için beni ebeme şikâyet etmişti. Yeniden kursa başladım. Bir hafta sonu, sabah erkenden kursa vardığımda, hoca ve iki şeref yoksunu arkadaşım beni bekliyordu. Diğer kurs öğrencileri pat pat diye yanan sobanın çevresinde oturmuşlar, kuran okuyorlardı. Hocanın önceki günden verdiği ödeve çalışıyorlardı.

Bu iki şeref yoksunu arkadaşım, hocanın işareti ile beni caminin ortasına yatırdılar. İkisi birden ayaklarımdan birer birer tuttu. Bir geri zekâlı da ayaklarımın altına sopayla fena vurdu.

Gözümden akan yaşları Toroslardan aşağı inip Adana’yı sele verdi.

Tekrardan benim hastalık günüm başladı. Bir hafta çektim ayakaltımın ağrılarını. Ayağa kalktığımda ebem, kursa gitmemi istemediğini söyledi. “Artık o şerefsiz hoca ile ölene kadar görüşmeyeceğim,” dedi .”Ölünce seni kim gömecek?” dedim. “O sakalı boklu yıkayacağına atsınlar beni bir dereye!” dedi. Ben yine de kursa gitme taraftarıydım. Zira hocaya karşı nefretim o kadar büyüktü ki, onu görmeden duramıyordum. Sabah erkenden kursa gittim. Hocanın beni dövdüğü sopayı kırıp,  sobanın içine attım. Ateş müthişti! Hoca henüz gelmemişti. İçimden,  “dışarı çıkayım, hocadan sonra içeri gireyim de, sopayı benim yok ettiğimi anlamasın!” dedim. Öyle de yaptım. Dışarısı çok soğuktu. Beklemek zordu. Hoca da gelmek bilmiyordu. O günün Cuma günü olduğunu anladım. Zira hoca her Cuma kursa geç gelirdi. Tekrar içeri girdim. Tüm öğrenciler sobanın başındaydı. Sobanın ateşi öyle büyüktü ki, inanılmaz bir sıcaklık tüm camiyi ısıtıyordu. Beni döven gerzek arkadaşım, sobanın başındaydı ve boynu açılmış, kendisi de kuran okuyordu; bir yandan da ileri geri zikir çekerek sallanıyordu. O açık boyunlar beni cezp etti. Sobanın üzerindeki sıcak parçacıkları elimle hızlıca alıp, çocuğun boynundan aşağı attım, hızlıca yerime gittim.

Muhteşem bir dans izlemeye başladık. Çocuk havaya zıplıyordu. Bağırıyor, titriyor ve deliye dönüyordu. Kimse anlamıyordu. Bu esnada camiye yaşlılar ve imam da girdi. Çocuk kenara çekilip, için için ağlarken, hoca herkesi derinden süzüyor, ama gözü bana takılıyordu. Sonra da dişlerini sıkarak bana, “seninle görüşeceğiz!” anlamında işaret yaptı.

Beni aldı yine bir korku! Öğle namazına kadar hoca vaaz verdi. Namaz için bir arkadaş ezan okumaya çıkarken, hoca da acele abdest tazeleyeceğini söyleyerek, dışarı çıktı.

Köy kökenliler bilir: Caminin tuvaleti caminin bahçesinde ve uzak bir köşede olurdu. Hocanın ardı sıra gittim, tuvaletin kapısını dışarıdan kapattım ve kilitledim, sessizce camiye girdim, yerime oturdum.

İnsanlar uzun bir süre imam beklediler. Kızan, sinirlenen çok fazlaydı. Dalga geçen, küfreden de vardı. Kaygılanan da vardı. O gün Cuma Namazı çok geç ve bir yaşlının yardımıyla, yarım kılındı. Benim de bu kurstaki son günüm oldu. Başka kursa doğru yeni bir hayat ve maceram başladı.

Siz de fikrinizi söyleyin!