Siyaset,  Sosyoloji,  Tartışma,  Toplum

Korona Virüs İstatistiklerine Neden Güvenemiyorum?

Sağlık Bakanı, “Tek Adam” rejiminde, bana göre, olabilen en iyi performansı gösteriyor. Hastalık karşısında elinden geleni yapıyor. Niyeti de çok iyi. Bu konuda hiç kuşkum yok. Fakat, başlardaki itibarını gittikçe kaybetmekte, verdiği istatistikî bilgilerin güvenilirliği de sorgulanmaktadır. Buna sebep ise, bazen susmak zorunda kalması, bazen topu taca (Reis’e) atması ve bazen de, çok önemli bir kararın çok önemli biri tarafından açıklanacağı imajını vermesi. O çok önemli kişi ise çok önemsiz bir karar açıklıyor.

Gelelim olayın halk nezdinde yaşanılan kısmına. Devlet, diyanet kanalıyla çok sinsi bir karar aldı. Korona Virüsü nedeniyle ölenlerin cenazeleri yıkanmayacak, cenazede kimse bulunmayacak ve cenaze öylesine gömülecek. Aynı iktidarın yandaş kanallarında bu virüsün ancak grip kadar tehlikeli olduğu beyan ediliyor. Madem grip kadar tehlikeli, neden cenaze yıkanmıyor?

İşin bir başka boyutu daha var: Umre’den gelenlerin akıbetleri bilinmediği gibi, ülkede yaşlı hasta istatistiği de bilinmiyor. Devlet bunu bilse de, bizlerle paylaşmıyor.

Muhafazakâr olanlar ve muhafazakâr olmasa bile, dine yatkın olan halkımız şunu düşünür: Öleceğim, cenazem yıkanmayacak. Mezarıma kimse gelmeyecek. O zaman ne diye bu virüsten öleyim, başka şeyden ölürüm. Gitmiyor hastaneye. Test olmuyor. Olsa da gizli tutuyor. Doktora, hastaneye, ölen hastanın yakınları tarafından, hastalık adının değişmesi için baskı yapanlar olduğu bilgisi dolaşıyor.

Haliyle, devletin istatistiği, hastaneye gitmiş, zoraki test olmuş, tehlike sınıra gelmiş kişilerden oluşuyor. Gerçek veri bunun on katı demek abartı olmaz. Hem hasta sayısı, hem de ölen sayısında durum bu…

Bu işin sonunda, bir de canlı tecrit var. Bir ailede, bir mahallede virüs belirtisi olan kişi kendisini açığa çıkarınca, anında çevreden izole ediliyor. Hastaneler dolu, yetersiz ama hastayım diyen kişi de evde veya mahallede duruyor. Bu kişinin o an psikolojik durumunu tahmin edin. İşte bu nedenle o kişi tansiyon, kalp yetmezliği, yaşlılık gibi bahanelere sığınıyor. Oysa devlet, hastalıktan az şikâyeti olanı bile anında hastaneye almalıydı. Yer, yatak, cihaz yetersiz olunca insan hastalıkla yüz yüze kalıyor. Bu durumda hastanın kendi kendine ölmesi, durumu kimselerin bilmemesi ve cenaze töreninin de normal şartlarda yapılması şansı her daim çekici oluyor.

Ayrıca, devlet şöyle bir imaj vermek istiyor: Ülkemizde hasta sayısı az, onlar da kontrol altında, bunun başarısı da Allah’ın yardımıyla iktidarımızın imanıyla sağlanıyor. Biz büyük devletiz ve bize bir şey olmaz. Bu hastalık basit, Reis bunun üstesinden gelir. Kaderimizde varsa, bu da Allah’ın bileceği iştir…  Bunu diyanetin imamları ve tarikat destekli kişiler bile isteyerek yapıyor. “Bana bir şey olmaz, Allah ne yazdı ise, o olur!” diyenlerin düşünce sisteminin sebebi budur.

Oysa, halkın kaderinin Allah tarafından çizildiğini söyleyen ülke yöneticileri ve Diyanet Başkanı, çelik zırhla korunuyor. Madem bir şey olmaz, girin halkın içine, sorunuz dolaşın!

İkiyüzlü siyasetin son demlerini yaşıyoruz. Halkın gözünde hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Bundan sonra yeni bir dünya kurulacak ama eski siyasetçiler lanetlenecektir. Buna iktidarın yanı sıra muhalefet de dâhildir. Yeni, farklı ve değişik siyasi figürler sahnede olacak. Diyanet itibarı ise sıfırlanacak; aynen Kızılay’ın itibarı gibi olacaktır.

Siz de fikrinizi söyleyin!