Biyografi,  Siyaset,  Tarih,  Toplum

Kalemin Eylem Efendisi, Mahir Çayan

https://twitter.com/KemalistIlkay/status/1238617047447277569?s=20

“Onların bugün büyük görünen güçleri ve imkanları bizlere vız gelir. Onlar bir avuç biz ise milyonlarız. Kaybedeceğimiz hiçbir şey yoktur, ama kazanacağımız koca bir dünya vardır.”

Mahir Çayan’ın babası Aziz Çayan, Amasya’nın Gümüşhacıköy ilçesinin Gümüş Bucağındandır. Bucağın Hamamözü tarafında kalan kısmına Çörüklerin Kışla, Amasya tarafında kalan kısmına Çayanların Kışla denmektedir. Mahir Çayan’ın akrabaları halen orada yaşamaktadırlar. Bugün köyün adı Yeniköy olarak değiştirilmiştir.

Samsun doğumlu olan Mahir Çayan, ortaokul ve lise dönemlerini Haydarpaşa Lisesi’nde, yani İstanbul’da geςirdi. 1963’te İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne kaydoldu. Ertesi yıl Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde öğrenimine devam etti. Bu dönemde TİP ve FKF’ye (Fikir Kulüpleri Federasyonu) bağlı olan SBF (Siyasal Bilgiler Fakültesi) Fikir Kulübü’ne girdi. 1965’te bu kulübün başkanlığını da üstlendi.

1967’de kısa süreliğine Fransa’ya gitti. Buradaki sosyalist hareketlerin genel seyri ve iςinde bulundukları tartışmaları izledi. 1968’deki 6. Filo eylemlerine İzmir’de katıldı ve gözaltına alındı. Bu dönemde Türkiye İşςi Partisi (TİP) iςinde başlayan Mihri Belli’nin savunduğu Millî Demokratik Devrim tartışmaların içerisinde ve daha sonra kurulan THKP-C’nin önder kadrosunda bulundu. Bu tartışma sürecinde TİP adına Karadeniz Ereğli’de çalışmalar yürüttü.

Bu geziden sonra ideolojik olarak Millî Demokratik Devrim saflarında yer aldı. TİP ile olan temel ayrılığı devrim sorunu olarak tarifler. Fransa’da bulunduğu süreçte Latin Amerika silahlı (fokoist) mücadelelerinden etkilenir. TİP’i bu süreçte yasalcılıkla suçlar, Türkiye’deki devrim sürecinin ancak silahlı bir mücadeleyle ve kendi özgül koşullarının tespit edilmesiyle olabileceğini savunur. Bu görüşe daha yakın olan Türk Solu ve Aydınlık dergilerinde yazılar yazar. Bu dönemde yazdığı önemli yazıları “Revizyonizmin Keskin Kokusu 1”, “Revizyonizmin Keskin Kokusu 2” ve “Aren Oportünizminin Niteliği”diɾ.

1969 yılında Ankara’da yapılan ve Fikir Kulüpleri Federasyonu’nun adını DEV-GENÇ (Devrimci Gençlik Federasyonu) olarak değiştirdiği toplantıda Türkiye sosyalist hareketinin seyrini değiştirir. 1971 yılında yapılan TİP kongresine katılmamıştır, fakat TİP ve kendi çalışma çevresinden öğrenci ve işςilerle birlikte bir toplantı örgütler. Mihri Belli ile olan ayrılıkları iyice ortaya çıkmış olmasıyla birlikte yolunu Millî Demokratik Devrim (MDD) sürecinden ayırarak, önce “genç subayların” askerî darbe yapmasını beklerler, umutları askerlerimizdeydi. Umutları Atatürk’ün kurduğu askeri yönetimdeydi. Zamanla silahlı kuvvetlerin de siyasi yönetimin ele geçirileceğini bilmiyorlardı. O en çok güvendikleri askeri yönetim de en yakın arkadaşlarının katledilmesine verilecek yargıdan korkmuştu.  O dönemde Türkiye devrim sürecini Kesintisiz Devrim I-II-III broşürlerinde dile getirir. Türkiye’nin sahip olduğu yapıyı oligarşi olarak tanımlar. Ek olarak da “Türkiye’deki geçmişe nazaran refah seviyesinin artması ile birlikte devlet ve halk arasında bir denge vardır,” demiş ve bu dengeyi suni denge olarak adlandırmıştır. Suni dengeyi de bozmanın ancak silahlı mücadele ile olacağını savunmuştur. Nitekim, şimdi tarihe bakınca da onlara hak veriyorum. Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı Destanı’ndaki gibi halkın kendilerini destekleyerek İkinci Kurtuluş Savaşı’nı yapmayı hedefliyorlardı.

“Bu mücadele sınıflar mücadelesidir. Burada el titremesine, tereddüte ve kararsızlığa yer yoktur. Sınıflar mücadelesinde proletarya yoldaşlığının dışında feodal ve ataerkil ilişkilere yer yoktur.”

Mahir bu süreçte Münir Ramazan Aktolga ve Yusuf Küpeli ile birlikte THKP-C’nin kuruluş çalışmalarını sürdürür. Örgütün diğer önemli isimleri arasında; Ertuğrul Kürkçü, İlhami Aras, Ulaş Bardakçı, Mustafa Kemal Kaçaroğlu ve Hüseyin Cevahir yer alır. Şehir gerillası modellini benimseyen Mahir Çayan, buna uygun silahlı eylemlerin planlanmasında ve gerçekleştirilmesinde bizzat bulunur. Çalışmalarını sürdürmek iςin Şubat 1971’de İstanbul’a geçen Mahir Çayan burada da silahlı eylemlere devam ettiği söyleniyor…

“Örgütü, örgüt yapan, onu kitlelere tanıtan, programlar veya yaldızlı laflar değil, devrimci eylemdir.”

22 Mayıs 1971′ de İsrail Başkonsolosu Ephraim Elrom’un kaçırılıp öldürülmesi olayına karışır, diye haberlerde bize yansıttılar. Fakat olayı kanıtlayan kesin bir kanıt yoktu. O dönem, bir sürü örgüt de bu olayı üstlenmeye kalkışmıştı. Eskiden, kaçırılma vakaları çok olurdu. Futbol oyuncuları buna bir örnek olabilir. O zamanlar ayrıca faili meçhul cinayetler de artmıştı. Halen, Mahir Çayan ve arkadaşlarının İsrail Başkonsolosu’nu öldürdüklerine dair tek bir kanıt var mı? Bir de o zamanlarda İsrail’in ülkemizdeki etkisiyle yapılan durumlar da ayrı mevzu, ama tarih bazı detayların altını çizemiyor, çünkü politikalar ne yöndeyse, bizler o şekilde biliyoruz. Yazık ya elin eli, elimizdekilerini sömürsün diye kendi çocuğunu kurşunla! Aslında biz hiç aile olarak, halkça siyaset adamlarımızla akraba olamadık. Onlar hep istedikleri yönde bizi gerekirse ezen el oldular (istisnaları burada tenzih ediyorum.)

“Bugün sömürge ve yarı sömürge ülkelerin solu içerisinde ideolojik mücadele, en son tahlilde, uzun, dolambaçlı bir halk savaşıyla, zafere erişebileceğini savunanlarla, şehirlerde düşmanın çizdiği sınırlar içinde legalite uğruna mücadele ederek kendi öz gücünün dışındaki güçlere bel bağlayanlar arasında cereyan etmektedir.”

Kaldıkları evden kaçarken polisle girdikleri çatışma sonrasında Mahir Çayan ve Hüseyin Cevâhir, İstanbul Maltepe’de bir evde kuşatılır. Evde bulunan 14 yaşındaki bir kızı rehin alırlar. Aksi, halde taranarak öldürüleceklerdi. Çayan ve Cevahir’i ikna edebilmek iςin anne ve babaları ile aile büyükleri olay yerine getirilir. O dönem, iki gün ülkenin belki de her evinde, MahirHüseyin ve Sibel Erkan gazetelerde, radyo ve o yıllarda sadece birkaç şehirde yayın yapan tek kanallı siyah beyaz TV ekranlarında bir numaralı gündem konusuydu. Hatta o boyuttaydı ki, 31 Mayıs’ta Nurhak dağlarında, Sinan CemgilAlpaslan Özdoğan ve Kadir Manga isimli THKO gerillalarının pusuya düşürülüp delik deşik edilerek öldürülmeleri, Mustafa Yalçıner‘in yaralı vaziyette yakalanması bile pek dikkat çekmemişti.

1 Haziran’da eve yapılan operasyonda Cevahir öldürülür, Mahir Çayan yakalanacağını anlayınca intihara teşebbüs eder fakat solak olduğu iςin başaramaz ve sadece kendini yaralar eve giren güvenlik güçleri tarafından yaralı olarak yakalanır. Evin en güvenli kısmına tahkimat yaparak, operasyon başladığında Sibel’i o kısma alan Mahir ve Hüseyin, kendilerinin zaten öldürüleceklerini biliyorlardı. Ama endişeleri şuydu; bunlar Sibel’i de vurup suçu bizim üzerimize atarlar, bu iftiranın ardından da aleyhte propaganda yürütürler. Haklı çıktılar; kaygı ve önlem almakla da çok doğru yaptıkları anlaşıldı. Çünkü evin dışarıdan yaylım ateşine tutulması, pencerelerden içeri girildiğinde de hedef gözetmeden taramaya devam edilmesi sonucunda, sıkılan yüzlerce merminin tahribatıyla evin duvarlarının boyası dahi dökülüp çimento görüntüsünün ortaya çıkmasına rağmen Mahir ve Hüseyin’in aldıkları önlem sayesinde Sibel o kurşunlardan kurtulmuştu. Hedef gözetilmemiştir, ama Mahir sanılan Hüseyin’in cansız bedeni bir kez daha namluların hedefi olmuştur.

Sibel Erkan olay yerinden çıktıktan sonra, “Mahir ve Hüseyin abiler bana hiç fenalık yapmadılar.” Rehine kız zarar görmez.

Nurhak ve bir yıl sonra Deniz’lerin idamı ile THKO‘nun; Maltepe operasyonunda Hüseyin Cevahir’ in öldürülmesi, Mahir’in ağır yaralı yakalanması, daha sonra Ulaş Bardakçı‘nın öldürülüp Ziya Yılmaz‘ın yaralı yakalanması, ardından da Kızıldere katliamı ile de THKP-C‘nin, CIA, MİT, Kontr-Gerilla tarafından uygulanan plan ile kanlı bir yenilgiye uğratıldığı sanılmıştı. Oysa bugünden bakınca bu kanlı ve unutulması imkânsız kanlı operasyonların sonucunda, uzun erimde tarihsel zafer, THKO ve THKP-C’nin olmuştur.

Amaç kıvılcımı tutuşturmaktı; kıvılcım, bir daha sönmemek üzere tutuştu. Amaca ulaşılmıştı. Çok ağır bedel ödenmiş olsa da…

Mahir Çayan tutuklanarak İstanbul Maltepe Cezaevi’ne konulur. Mahkemeye çıktıklarında;

Mahkeme başlayınca kimlik tespitini reddettiler; gördükleri işkencelerden bahsettiler. Mahir, kimliği sorulunca “Devrim savaşçısıyım” dedi ve kararlı konuştu:

“Aylardır Selimiye’de bir hücrede, arkadaşlarımdan ayrı, yatağa zincirlenmiş bekletiliyorum. Avukatlarımla görüştürülmüyorum. Beni vurup ‘Hücresinde ölü bulundu’ diyebilirler. Can güvenliğim tehlikede. Bu uygulamaya son vermezseniz hücreden ölüm çıkacaktır.”

Hâkim, “Can güvenliğin var, korkma” diyecek oldu.
Kızdı Mahir:

“Ölümden korksam zaten devrimci eylemlere girmezdim. Şunu iyi bilin ki ben ve arkadaşlarım ölümden korkmuyoruz. Mahkemenizi de tanımıyoruz. Tarih ve insanlık önünde suçlusunuz.”

İster adı Mahir olsun ister Nazım, sisteme uymayan kimseleri öldürürler. Bu sebeple, bir Devrimcinin ilk kuralı hayatta kalmaktır, boşuna niyazi olmayı kim ister?

Dâvâ sürerken 29 Kasım 1971’de THKP-C’den Mahir Çayan, Ulaş Bardakçı, Ziya Yılmaz ile THKO’dan Cihan Alptekin ve Ömer Ayna, kazılan tünelden çıkarak firar ederler. Firardan sonra THKP-C iςinde bölünme yaşanır. İstanbul’da kalma olanakları daralan Mahir Çayan, Ankara’ya geçer. 19 Şubat’ta Ulaş Bardakçı Arnavutköy’de kaldığı evde kuşatılır ve öldürülür. Mahir Çayan ve arkadaşları bir yandan sürekli yer değiştirerek yakalanmamaya çalışırken, öte yandan idam cezası verilmiş olan Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının kurtarılması iςin eylem olanakları araştırırlar. Ankara’daki ilişkiler de yakalanmalar sonucunda giderek daralır. Önce bazı kadrolar Karadeniz’e gönderilir. Koray Doğan’ın polis tarafından öldürülmesi ve diğer yakalanmalar sonrasında da Mahir Çayan, Cihan Alptekin, Ömer Ayna ve Ertuğrul Kürkçü Karadeniz’e geçerler.

KIZILDERE’DE NELER YAŞANDI?

“Peki ya hiçbir şekilde teslim olmayacaksak?”

Bir süre Fatsa’da kalan Mahir Çayan ve arkadaşları infazları engellemek için eylem olanakları araştırırlar. 26 Mart 1972’de Ünye’de NATO’ya ait radar istasyonunda çalışan iki Kanadalı ve bir Britanyalı teknisyeni kaçırır ve karşılığında Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu önderleri Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ın serbest bırakılmasını isterler. Artık, ülkelerinden arkadaşları için can vermeye kalkışırlar. Umutları bana göre bitmişti. Böylesi vatansever gençler harcanacaklarını biliyorlardı. 28 Mart’ta rehinelerle birlikte Niksar’ın Kızıldere köyü muhtarının evinde kalmakta olan arkadaşlarının yanına giderler. 30 Mart günü muhtarın evinde askerler tarafından ablukaya alınırlar. Komutanların megafonla yaptığı teslim olun çağrılarına Mahir Çayan tarafından “Erleri geri çekin, rütbeliler gelsin” ve “Biz buraya dönmeye değil, ölmeye geldik” sözleri ile karşılık verilir. Evi sarmış olan askerler eve girer. İlk Mahir Çayan düşer. Alnından aldığı yarayla evin çatısında can verir. Güvenlik kuvvetlerinin havan topları ve roketatarlarla evdekilere ateş açması sonucu Kızıldere olayı gerçekleşir.

Çatışma sonunda Mahir Çayan, Cihan Alptekin, Ömer Ayna, Saffet Alp, Sinan Kazım Özüdoğru, Hüdai Arıkan, Ahmet Atasoy, Ertan Saruhan, Sabahattin Kurt ve Nihat Yılmaz öldürülür. Evde bulunan Ertuğrul Kürkçü samanlıkta yaralı ele geçirilir. Rehineler ise çatışma sırasında ölürler. Cenazeler savcının nezaretinde Niksar’a götürülür. Olaydan sonra Mahir Çayan’ın cenaze aracı askerler tarafından durdurulur ve cenazesi kimsesizler mezarlığına gömülür. Ancak 1974 Çayan’ın arkadaşları cenazeyi alır ve Karşıyaka Mezarlığı’na defnedilir.

Mahir Çayan’ın mezarı Ankara Karşıyaka Mezarlığı, L/3 adası, 99 no’lu mezardır.

“Emperyalizmin işgali altındaki ülkelerde bu çark hep böyle döner. Ülkemizde de parçalanana kadar bu çark hep böyle dönecektir.”

15 Mart 1946’da Samsun’da doğmuş, 30 Mart 1972’de Kızıldere, Niksar, Tokat’ta öldürülmüştür. Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi (THKP-C) lideri. Marksist-Leninist devrimci önder. 30 Mart 1972 tarihinde, Tokat’ın Niksar ilçesine bağlı Kızıldere Köyü’nde askerle girdiği çatışmada dokuz arkadaşıyla birlikte öldürüldü. Olarak anlatılmıştır. Çatışma olsaydı, en az bir rütbeliyi yaralamış olmaları gerekmez miydi? Güçlü durmak için ve öldürülme korkusu ile hiç kimseyi de hedef almadıkları ortadadır. Hatta, köylülerin anlatımıyla, birisi ölmemiş, ona hemen kurşunlar sıkılmış. Boşuna tarihe Kızıldere Olayı, Katliam olarak geçmemiştir.

Bir şeyler yapmalıydı, BİLGE YÜREKLİ GENCİMİZ, fakat yolunun mezarda sonlanmasına çok vardı. O ülkemizdeki kurulu düzeni bozanlara karşın kuracağı sistemde, (Türkiye’nin en iyi okullarından birinde okuyan, arkadaşlarını, karısını ve tüm ailesini çok seven) Mahir Çayan, belki de ülkemizi yönetecek; emperyallere kapı aralatmayacaktı!

Son olarak iletmeliyim ki kalem tutan eller kolay kolay silah tutamaz, bu sebeple kalem tutmayan eller silah tutar. Bilinçli bireylerin silah tutup adam öldürebilecek kadar acımasız olacaklarına inanmıyorum, silah tutmuş, kurşun sıkmış olabilirler. Fakat, adam öldürdüklerine inanmıyorum. İnanmam mümkün değil. Kızıldere’de kendilerine katliamın geldiğini gördüler, neden kimseyi hedeflemediler? Bu sorum bile umarım sizlere yeterli olur. Şair olan Mahir’in teorisyenliği ile adam öldüreceğine inanmak, bana göre cehalettir. Haberler o dönemlerde bugünler gibi yanlı siyasetin kontrolündeydi, propagandalar çok yapılıyordu.
Bir de benim gibi irdeleseniz ne dersiniz?

“Sizler bilmeyerek emperyalizme hizmet etmektesiniz. Emperyalizm bugün artık bir ülkeye tankları, topları ve askerleri ile girip klasik anlamda işgal etmiyor, yeni sömürgecilik bugün uzmanları, kredileri, barış gönüllüleri, üsleri ile yani kendini gizleyerek bir ülkeyi işgal ediyor. Ve görünüşte yerli, fakat gerçekte emperyalizmin iktidarı ile işgalini sürdürüyor.”

Not: Tırnak içindeki tüm sözler Mahir Çayan’a aittir.

Kaynaklar:

1-https://tr.wikipedia.org/wiki/Mahir_%C3%87ayan

2- Muhakkak okunmalı, Can Dündar’ın yalan haberini doğrularıyla tanık gösterilerek Hüseyin Cevahir’in babasının röportajı. https://t24.com.tr/yazarlar/sukru-hatun/coca-cola-ve-maret-reklamlari-yasaklanmalidir,12014

3- 32. Gün Belgeseli’ni de izlemenizi öneririm. https://youtu.be/vNPqzcXvIDo

4- Mahir Çayan’ın Bütün Yazıları’nı okumak isteyenlere. https://www.marxists.org/turkce/cayan/yayinlar/butun-yazilar.pdf

***

Bu yazımı yazmadan önce aşağıdaki yazımı hazırlamıştım, daha sonra hepsi bir yazıda yer alsın diyerek bu yazıma ekledim.

***

 

 

Mahir Çayan ile Devrimciliğin Tanımı

Kızıldere On’lar’dan biri Mahir Çayan‘dır.

Eskiden üniversite gençleri, birbirini aydınlatan topluluklar ile örgütlenirdi. Bu durum suç değildi, bilakis bu durum haktı. Ülkemizi güneşin teğet geçtiği dönemler de gençlerimiz, Atatürk’ün izinde yürümeye ve kahraman olmaya and içerek başlamışlardı.

Mahir Çayan, “Biz buraya dönmeye değil ölmeye geldik!” diyerek, canını ortaya koymuş. Savunduğu savaşta da canını feda etmiştir. Devrime böyle başlanır. Ezilmek istememek, ezilmemek için ezmek zorunda olmaktır. Çok büyük düşünmek zorundaydılar.

Nelerden vazgeçtiklerine bakarsanız o dönem geçlerinin, kutsal buldukları bu yolda vazgeçmeyi riske attıkları şeylere bakmalıyız. Örneğin,
Mahir Çayan nelerden vazgeçti; okulu ve bölümü çok güzeldi, çok başarılı bir öğrenciydi ve dostları ona ‘hoca’ diyerek sesleniyordu. Çok sevdiği karısı, oğlu ve anne babası vardı. Sevdikleriyle ayrılmayı göze almış olması, onun ülkesini daha çok sevdiğinin kanıtı değil miydi? İnanın o dönem kendi hayatını riske atan tüm gençlerin hepsi, aynı şekilde canlarını feda etmeyi göze alarak öldüler. Onlar yaşlanmaktan, onlar sevdikleriyle yaşamaktan, onlar hayatlarında ki yapabilecekleri başarılardan, onlar gülmekten, mutlu olmaktan bile vazgeçtiler. Kefenlerini gencecik giymeden, işkencelerle zor yaşadılar.

68 Kuşağının ölen gençlerinin banka hesaplarına bilmem kimden destek için hiç para yatmadı. Kimseye eyvallah etmedikleri gibi de tek ümitleri hükümetin yanlış politikalarının karşısında durmaktı. İstedikleri Türkiye yani, hayal ettikleri Türkiye için savaş vermek istedilerse de birileri de buna izin vermedi. Birileri ta koğuşlarına kadar ulaştı ve birileri durmadan zindanlarını dar etti.

Mahir de hapishane de işkence gören gençlerdendi. Mahir zapt edilmeliydi birileri için.  Mahir baştı, Mahir; Deniz Gezmiş’i ünlendiren savaşına girişindeki, Tam Bağımsızlık Türkiye İçin Mustafa Kemal Yürüyüşü’nü onaylayan, gençlik örgüt lideriydi.

Mahir Çayan için çok güzel yakıştırmalı isimler olsa da ben de ona; Kalemin Eylem Efendisi’nin Bağımsız Türkiye hayalini Umut eden Bilge, diyorum.

Topluma dayatılan durumlardan hoşnut olmayan, bir gençti o ve arkadaşları da dayatmalardan rahatsızlardı; bu yüzden yollarında yoldaş olmuşlardı. Ülkemizde yapılan her hamlenin sonrasını gördükçe de eylemler yapmak zorunda kaldılar. Emperyaller ile o dönem İslami cemaatlerin elinin ulaştığı, siyasi karaları izlemek; değiştirilmeye çalışılan Türkiye yönünün bu günlere gelmemesi için canlarını dişlerine taktılar.

O dönemlerde, karşılarından yapılan propagandalar da halkın algısına yön veriyordu. 

Teorisini hazırladı, Devrim yapmak için de hazırlandılar. Devrim’in anlamını da günümüzde yanlış yorumlayanlar arttığı için ufak bir tanım yapmalıyım. Devrimcilik insanları kategorik ayırır, ezilenler ve ezenler olarak. Ezilenlerin bu birleşimi yapması ile başlar yolculuk, yoldaşlık, dayanışma.

Farkında mısınız bilmiyorum, ama bize Türbanla Karşı Devrim yapıldı. Eziliyorlarmış gibi sağ taraftan hep kullanılan Türbanı, bizi yine Ezenler Ezdi. Kadın Hakları ve Özgürlükleri gerilerken, ülkemizde her şey hızla çok değişti. Devrim, şiddet pratiğidir de. Bu sebeple kadınlarımız, tecavüz de edildi, ‘hayır diyenlere, karılarına ve kızlarına tecavüz etmek caizdir’ fetvasıyla da ilk zincir koptu. Şimdi bir sürü kadın kayıp, tecavüz edenlerin gereken cezayı almadığı sistemde, öldürülüyorlar. Onlara olanları kanıksayan halk da çocuk istismar ve tecavüz haberlerini de kanıksadılar. Devrimi siyasetlerinde kötüye kullandılar. Çok can yandı çok.

Muzazez İlmiye’den Bahriye Üçok’a türbanın İslamdaki yerini anlatsalar da Atatürk de bu konuda yaptığı Devrimlere bakınca, Zübeyde Hanım’dan nenelerimize, birçok teyzelerimizden tutun da annelerimize kadar üçgen eşarpla bağlanan kapanma şeklini uygun görmüştü. Bu şekilde hem adaplı, hem de çehre görünüyordu. Günümüzde yapılan Devrimlerle, her kurumda türbanlılara öncelik verildiğini, her durumda onları haklı gören, bizleri haklı olsak da tartmayan bir sistem de yer alıyoruz.
Eziliyoruz Ey Halkım! Hem de Türbanla Ezildikleri gibi bir manipülasyonla…
Türban Demokrasisi ile Demokratik ortamımız yıkıldı!
Demokrasi kalmadı.

Özetle Devrim için tanımım;
Yerleşik toplumsal düzeni değiştirme, yeniden biçimlendirmeye, zamana bırakılmadan çabucak yenilenmeye ve aklınıza gelebilecek tüm kategorilerden birden bire değişim yapılması, bir yerde de eskimiş olanı yenilemek (güncellemek de) diyebilirim.

Nefsi Müdafaaydı bu gençlerin yapmak istedikleri, toplum için dayatmalara karşı durmaktı amaçları. Devrim, haksızlıklar ve dayatmalarda ihtiyaçtır. Misal, günümüzde neredeyse çocukların hepsine dayatılan dini dersler, bilimden ve matematikten uzak, felsefenin yasaklandığı bu dönemde; büyük dayatmalar yok mu? Ülkemizin geleceği tehlikeye girmiyor mu? Her çocuğun evinin yakınında gitmek istediği okul var mı? Birçok köyde halen, okul ve hastane yokken, yapılan camilerin sayısı sizleri korkutmuyor mu? Yalnızca o köylerde, köylüleri ölünce Yasin okuyacak hocalar bekliyor camilerde. Halen, elektrik olmayan köylerimiz Uzay Çağı’nda korkunç değil mi? İşte, bu köylüler de sistemin en çok tükettiği kimseler olurken, bir yandan da en iyi ispiyonlayanları oldular.
Eğitimin önemiyle yine görüyoruz ki Eğitim Şart!

Bizlere okullarda öğretilmeyen, Atatürk İlke ve İnkılapları’nın asıl gerçekleşme ihtiyacını, günümüzde yaşayarak öğreniyoruz. 

Mazoşist ve sadist ilişkisi gibi, ezme ve ezilme ilişkisi arasında bir bağ var. Mazoşistler alışmıştır acı ekmeye, müptelacasına; ezilenler de kendilerini ezenlere tapmış ve hatta, onlardan da korkmuşlardır! Bu sebeple de ya korkularından tapar gibi yapmış ya da korkularından Tanrısallaştırarak tapmışlardır. Bu anlattığım şeyleri sizler defalarca okumuş, tanık olmuş ya da hep olacaksınız. Bize göğü açanla kısacık mutlu yaşadık.
1938’den beridir, ülkemizden Güneş teğet geçiyor!

Yürekli şahıslar da varsa eğer atmosferde, biraz da vicdanlı ve cesaretliyse, bu oyunu bozmak ister ya da ezilenler devrim yapmak zorunda kalırlar ki tekrar ezilmemek için! Sistemi değiştirmek için sistemde kimsenin ezilmemesi için olasılıkları düşünür ve şiddet pratiğine geçmek zorunda kalır. Buradan sonrasını bildiğiniz devrimcileri betimleyerek, anlattığım durumun parçasını puzzela oturtarak, Devrim’i kavrayıp, daha güzel anlayabileceğinizi düşünüyorum. Devletin üzerinde emperyal Amerika güç oluştururken, beyninde bilgi, aklında zeka, yüreğinde cesaret, güvenilen ve aynı yola baş koymuş yoldaşlarıyla (Kızıldere On’lar) Mahir Çayan.

***

Yazmak istediğim fakat yazmak için fırsatım olmayan yazım için kendime kaydettiğim kaynakları da ileteyim. Mahir Çayan’ın siyasal fikirlerini anlatan düşüncelerini bilmek ve araştırmak isteyenlere, bu kaynaklar hediyem olsun. 

1- Devrimcilik, Mahir Çayan ve Marksizm. https://www.teorivepolitika.net/index.php/arsiv/item/220-devrimcilik-mahir-cayan-ve-marksizm

2- Mahir Çayan Hakkında Çok Şey. http://gazeteport.com/2016/mahir-cayan-hakkinda-cok-sey-72918/

3- Mahir Çayan’ın Hayatı ve Fikirleri / Bir Devrimcinin Portresi – Tarkan Tufan. https://www.insanokur.org/mahir-cayanin-hayati-ve-fikirleri-bir-devrimcinin-portresi-tarkan-tufan/

4- Mahir Çayan’nın sözleri ve alıntıları. https://1000kitap.com/mahir-cayan–9494/alintilar

5- Mahir ÇAYAN’ın Yazdığı Şiirler Üzerine Düşüncelerim, Rıza Aydın. https://yalansz.wordpress.com/2013/08/20/mahir-cayanin-yazdigi-siirler-uzerine-dusuncelerim/

***

Son olarak Soner Yalçın’ın muazzam kalemiyle 68 kuşağının bize insan olduğunu, onların da yaşamlarının var olduğunu anlatan makalesi okunmaya değer. Çünkü, bize onlar hep vahşiymiş ve hep çok kötü olarak anlatıldı. Vatanımızın çocuklarının vatan aşkları için öldürüldüklerini iletecek cesareti nasıl bekleyebilirdik ki! Mertlik neydi?

68 KUŞAĞININ ANLATILMAYAN ÖYKÜSÜ. https://odatv.com/68-kusaginin-anlatilmayan-oykusu–1112101200.html

Bu makaleyi muhakkak okuyunuz. Saygıyla, şefkatle, hasretle, sevgiyle anıyorum, tüm ölen güzel genç ruhları. Ruhları şad olsun.

***

Gündem Arşivi kurucusuyum, sitede editörlük dahilinde; yayın yönetmenliğini de ben yapıyorum.

Siz de fikrinizi söyleyin!