Sosyoloji,  Tartışma,  Toplum

Kalbimin Kanayan Yarası

Vücudumdaki hücre sayılarını bilemem. Merak da etmedim. Milyonlarca, belki milyarlarca hücre vardır. Bu hücreler ne iş yaparlar, ne faydaları var; umurumda bile değil. Benim derdim büyük. Çok büyük. Ben, kalbimdeki kanayan tüm yaraları tek tek bilirim. Kimisini ben kanattım, kimisi bana nazaran kanadı. Kimisine kurşun sıktılar, kimisine yan gözle baktılar. Kimisinde terk edilme oku var, kimisinde reddedilme korkusu… Üstelik bu kalp, sadece kanayan yaranın acısından kıvranmaz, kanamayan yaralarım da var, onlar daha çok acı verir.

Keşke derim bazen, keşke bu kalbi söküp, atsam!.. Ortalarda kalpsiz şekilde dolaşması ne güzel olurdu. Kim bakmış,  kim bakmamış, kim ağlamış, kimi ölmüş, yok olmuş. Kim üzülmüş, kim gülmüş. Kim mutlu, kim deli… Hiçbirini bilmesem ne güzel olurdu. Bunu defalarca denedim. Bu yaramaz kalbi çıkarıp atmak istedim.

Hatta, kim isterse ona bedavaya vermek istedim. Biliyorum; benim kalbi kimse almaz. Kimin işine yarasın ki, bunca yaraları olan bir kalbi alıp, durduk yerde dert sahibi olmak? Üstüne, bir de kendi derdi varsa, aman Tanrım, bir hayat söndürmüş olurum. Bundan da vazgeçtim. Fakat, bir türlü de barışık olamadım bu kalp ile…

Bazı iki ayaklılar var, ortalarda dolaşıyor. Gülüyor, geziyor, eğleniyor, mutlu; çünkü, dişlerini görüyorum, mutlu olmasa dişleri bu kadar açılıp da ağzının ortası gözükür mü? Mutlu olmak için kalpsiz mi olmak lazım? Bu iki ayaklıları çok merak ediyorum, kıskanıyorum, onlar gibi olmak istiyorum; bunlar kalplerini nereye, kime bıraktılar?

Kimi hayvanlar görüyorum, çok mutlu, çok neşeli ve oyun oynuyor, geziyor, eğleniyor, zıplıyor… Bazı hayvanlar ise sek sek bile oynuyor. Onların da kalp sorunu yok. Onlar da dünyanın nimetinden son hızla yararlanıyor. Onları da kıskanıyorum.

Peki, ben neyim? İki ayaklıların çoğuna benzemiyorum. Dört ayaklıların hiçbirine benzemiyorum. Nereden geldim, nereye gidiyorum,  bunca yükü kalbime kim yükledi, bulamıyorum. Ne hayvanlara, ne de gülen insanlara benzemiyorum, Kendini bir yere sınıflamak kadar kötü bir durum yok. Adımı, kalbime yazsam, demek adımdan da nefret edeceğim. İçinde bombayla dolaşan başka biri var mı? Sanmam.

Doğmadığım zamanın yaşanmışlıkları da kalbimde duruyor. Doğduğum zamanın yaşanmışlıkları da… Benim olmayan sorunlar da benim kalbimde, benim olan sorunlar da… Dünyanın tüm dertleri benim kalbimde… Bir kimsesizin derdi de kalbime çöreklendi, bir varlıklının neşesi de… Olmuyor, her derdi tek tek söküp atmak zor ve çok zahmetli. Bu kalbi söküp atmam lazım…

İnsanların çocukluk albümü var. Evlilik resimleri var… Aile ve gezi resimleri var… Tatil yerlerinde çekilmiş içi neşe dolu, kalın albümleri var. Hepsine bakıp, hepsinde de gülüyorlar. Benim kalbimdeki bunca albümlerin her biri bir yere çivilenmiş kör bıçak, her biri kalbimde bir yeri kanatıyor ve hiçbir gülen albümüm yok…

Sorun çok büyük, sorun o kadar büyük ki, bunu anlamak isteyen birinin kalbini param parça etmem lazım. İşte o zaman iki parçalanmış kalbin tamiri ortaklaşa yapılır.

Bir yorum

  • Hayati Sarnık

    Yaşanmış hiç bir şey unutulmuyor.Beynimizin bize geriye dönüp hatırlatması iyi bir şey.Geçmişteki acıları yaşamamak için ;acıları kenara çekip sadece iyi tarafına bakalım.Acı olayları hayal ederken,objektif olarak yabancı iki kişiyi seyrediyor gibi düşünürsek acımız hafifler ve sadece film seyrediyormuş gibi algılarız.Tabi i tam atlatamasak ta ;o olaydan ders alıpta sonra olabilecek olaylara bakış açımız daha yapıcı olur.Kendi hatalarımızı da görürüz.Resimleri yırtsak bile beynimiz silmez.Alakasız bir yerde dahi eski bir isim-resim-olay aklımıza gelip başka zamana taşınırız.Aslın da acısı ile tatlısı ile geçmişi unutmamamız en doğrusudur.Çünkü o zamanı yaşadık ve bence çok ta iyi oldu..Kendimize bile söyleyemediğimiz olayların bile yaşanması iyi olmuştur.

Siz de fikrinizi söyleyin!