Bilim,  Coğrafya,  Güncel - Aktüalite,  Kategorisiz,  Siyaset,  Tartışma,  Toplum

İzmir Büyükşehir Belediye Binası, Yıkılmalı Mı Yıkılmamalı Mı?

İZMİR BÜYÜKŞEHİR BELEDİYE BİNASI, YIKILMALI MI, YIKILMAMALI MI?
AKLIMDA OLANLARI YAZMALI MI, YAZMAMALI MI?

Yazı oldukça uzun, daha kısaltamazdım. Konuyu bilenlerin ilgileneceğini düşünüyorum. Okuma sabrını gösterenlere teşekkür ediyorum.

Yazının başlığına bakıp da madem bu kadar kararsızsın, niye yazıyorsun, demeyin. Ben bir inşaat mühendisiyim, bu yıl 45. yılımı doldurdum. Bunun 38 yılı bilfiil çalışarak geçti, sonraki yıllarda da Yapı Denetim Kuruluşları Birliği İzmir Şube Yönetim Kurulu Başkanı olarak yine mesleğimle içi içe geçti. Artık, “Bu kadar tamam, tamamen köşeme çekilmeliyim” derken 30 Ekim’de İzmir depremi yaşam planımı bozdu. Ülkemin dört bir yanındaki Yapı Denetim Kuruluşlarından gelen mühendis, mimarlarla sahada hasar tespiti için Çevre ve Şehircilik Bakanlığına destek olmak amacıyla oluşturduğumuz (iki inşaat mühendisi veya bir inşaat mühendisi, bir mimar) ekiplerle üç hafta yıkılan/ hasarlı binaların içindeydim.

Öncelikle mutlaka vurgulamalıyım, yapı denetimli binalarda yıkım olmadı, ağır ve orta hasar da olmadı. Sadece 76 binada hafif hasar tespit edildi. Çevre ve Şehircilik Bakanlığından gelen Daire Başkanı, Şube Müdürleri ve İl Müdürlüğü yetkilileri ile birlikte yanımda İzmir Şube yönetim kurulu üyemiz Tayfun Gücenmez ile birlikte bendenizin bulunduğu bir ekiple yapı denetimli ve az hasarlı binaları gezmeye başladık. Öncelikle “hafif hasarlı” kavramını açayım, “Gerekli tadilatlar yapılarak oturulmaya devam edilebilir” anlamını taşıyor. Hasar tespit ekiplerinin görevi depremde binaların hasar alıp almadığını tespit etmektir. “Ufak bir çizik bile olsa ‘hasarsız’ yazılamaz” mantığı ile raporlar yazılmıştır.

Ekiplerle yaptığımız gezinin sonrasında görülen en büyük iz duvarlarda, duvarlarla kolon, kirişlerin birleştiği yerlerde görülen çiziklerdi. Hiçbiri taşıyıcı elemanda devam etmiyordu. Sonuç olarak; İzmir depreminde Yapı Denetim sistemi sınava girdi ve iddia ediyoruz ki sınıfını başarıyla geçti. O gün bakanlık yetkililerine sorduğum, “Yapı Denetim olarak sınıfı geçtik değil mi?” soruma; “Hep birlikte geçtik” yanıtı bu düşüncemin kanıtıdır. Nitekim sonrasında Sayın Bakanımız başta olmak üzere her kesimde “Yapı denetimli binalar güvenlidir” algısı kesin bir dille ifade edilmeye başladı.

Bu konuda rakamsal bir örnek verecek olursak; İzmir’de depremin en ağır yaşandığı Bayraklı/Bornova’da 2000-2020 arasında yaklaşık 19.000 bina denetlenip ruhsat almış. Bir hafta boyunca deprem sahasını dolaşan hasar tespit ekiplerinin verilerine göre sadece 76 binada hafif hasar belirlenmiş. Bu binaların oranı da %004, yani binde dört. İzmir depreminde yapılarda yapı denetimin ve mühendislik hizmetinin ne kadar önemli olduğu bir kez daha kanıtlanmıştır.

Ortaya çıkan hasar 2000 yılı (Yapı Denetimi Kanunu) öncesinde projesi yapılan ve inşaat ruhsatı alan binalardaydı. Bu konuda yazılacak çok şey var ancak bu yazının boyutunu çok aşar, gerekirse başka bir yazı ile sunulur.

Depremin ilk gününde İzmir Büyükşehir Belediye binasının boşaltıldığı duyuruldu. Sonraki günlerde yıkılıp yerine sadece başkanlık ve meclis birimlerinin bulunduğu küçük bina yapılacağı paylaşıldı. Depremin yaraları sarılmaya başladığı günlerde konu iyice alevlendi, özellikle çevresindeki yapılaşmaya neden olduğu için yıkılması konusu taraftar bulmaya başladı. Bu tartışmaların asıl gündeminde yapının dayanıksızlığından çok estetik kaygılar vardı.

Ben de bir inşaat mühendisi olarak düşüncelerimi paylaşmak istedim. Yazımın sonunu şimdiden belirteyim, ben “yıkılsın” ya da “yıkılmasın” demeyeceğim. Sadece teknik konuları öne çıkararak yapıyı tanıtmaya çalışacağım ve ne karar verilirse verilsin saygı ile karşılayacağım. Daha önce bir yazımda “Yıkılacaksa yıkılır, iyi de olur” demiştim ancak bir mühendis olarak durumu irdelemenin daha doğru olacağına karar verdim.

Bu yazıyı, 1968-1969 yılında projeleri yapan meslektaşım ve ağabeyim Uğur Belger’den ve yine inşaat sırasında üç yıl boyunca şantiye şefi olarak çalışan meslektaşım ve dostum Ahmet Gürel’den aldığım bilgilere, kendi bilgi birikimimi ve şantiye deneyimimi katarak yazdım.

Anılan binanın hesapları ve projeleri, henüz deprem yönetmeliği anlamında bir yönetmelik yapılmamışken 1969 yılında yapıldı. İlk deprem yönetmeliği 1975 yılında yürürlüğe girdi. Ardından 1998, 2007 ve 2018 yılında diğer ve çok gelişmiş yönetmelikler çıktı. 1998 yılından sonra yapılan hesaplar gittikçe gelişen teknolojideki bilgisayarlar ile yapıldı. Belediye binasının yapıldığı yıllarda bırakın bilgisayarı, şimdi telefonların içinde küçük bir program olan elektronik hesap makinaları bile yoktu. Hesaplarda sadece sürgülü cetvel ve facit kollu hesap makinaları kullanıldı.

İlk elektronik hesap makinaları 1972-73 yıllarında ortaya çıktı, sadece dört işlem yapabiliyorlardı, karekök tuşu bulunan makinalar “modern” makinalardı.

Buraya kadar yazdıklarım teknik olanaklarla ilgiliydi. Deprem yönetmeliği yoktu ama binalara etki eden yanal yükler için “zelzele hesabı” diye adlandırabileceğimiz hesap yöntemi vardı. Kısacası mühendislik yine vardı, sadece hesap yapılması son derece zor ve süreci uzundu. Bugün birkaç saatte, belki bir iki günde yapılabilecek hesap o yıllarda ayları buluyordu. Tekrar belirtiyorum, bütün zorluklara karşın mühendislik belki de daha bir hassasiyetle yapılıyordu.

Gelelim inşaat aşamasına; O yıllarda çok alışık olunmadığı şekilde kazık temel uygulaması yapıldı. Kazık başlarını birbirine bağlayan ve kolonların bağlantısını sağlayan üç metre kalınlığında temel katmanı vardır.

Projede B 225 öngörüldü ve imalatta da uygulandı. O günlerin projelerde kullanılan en yüksek beton mukavemeti buydu, çok ender kullanılırdı. Beton; “hacım usulü”, ince, kalın mıcır ve kum ile yapılmıştır. Betoniyer ile karılmış, kalıba konan beton vibratörlerle ile sıkıştırılmıştı. Hazır beton daha ortada yokken, firmalardan mıcır temin edilerek beton kalitesi olanaklar ölçüsünde yükseltilmişti. Hazır beton İMO İzmir şubesinin de katkılarıyla 2000 yılında valilik genelgesiyle zorunlu hale getirildi.

Yapıda demir olarak da, “St-3/A Metaş imalatı nervürlü demir”i kullanılmıştır. Nervürlü demir ancak 1998 yönetmeliğinden sonra zorunlu oldu. Uğur Belger’in yaptığı statik ve betonarme projede, kirişlerde, pilye yerine, yine daha sonraki yönetmeliklerde zorunlu hale gelen ertiye sıklaştırılması uygulanmıştır. Kolonlarda da aynı titizlikle etriye sıklaştırması yapılmıştır. Bu betonarme teçhizat uygulaması, İzmir’de yapılan ilk uygulamalardan biriydi.

Bir de estetik konusuna değinelim, burada inşaat mühendisi olarak bir adım geride durup, gözlemlerimi paylaşmaya çalışacağım. Bu konuda yetkili olanlar mimar arkadaşlarımdır. Benim yazacaklarım sadece inşaat mühendisi bir vatandaşın görüşleridir.

İzmir Belediye Hizmet Binasının mimari projesi 1966 yılında, yapılan “Mimari Proje Yarışması” sonucu yapıldı. Mim. Özdemir Arnas, Mimar Altan Akı ve Mim. Erhan Demirok’tan oluşan bir gurubun kazandığı proje uygulanmak üzere seçildi. “Statik ve Betonarme” projelerini ise; yukarıda da yazdığım gibi Uğur Belger yapmıştır.

Uğur Belger’den aldığım bilgilere göre, yaklaşık on yıl önce Dokuz Eylül Üniversitesi, İnşaat Mühendisliği bölümü tarafından bir güçlendirme projesi yapılmış. Sürecin devamı bilinmiyor.

Yine Uğur Belger’den aldığım bilgilere göre, üç dört yıl önce de binanın deprem şok alıcı dediğimiz deprem izolatörlerinin üzerine alınması söz konusu olmuş. Uğur Belger’i de çağırıp fikrini sormuşlar, “Yapılabiliyorsa neden olması” demiş. Bu konunun da nasıl sürdüğü ya da sürmediği belli değil.

Çok çirkin bina diyenler oluyor, bunun göreceli bir kavram olduğunu düşünüyorum. Bazı arkadaşlar “Mimari yarışmayla seçildi diye yıkılamaz mı?” diyorlar, bilemem… Bana göre binanın meydanla bütünleşen bir görüntüsü vardır, daha sonra çevresinde yapılan binalardan çok daha estetik olduğunu düşünürüm.

Bina yıkılırsa meydan genişler düşüncesi ise bende soru işaretleri yaratıyor. Binanın bulunduğu alan meydanın yüzde kaçıdır? Google Earth programı ile ölçmeye çalıştım, Belediye binası alanı 7.000 m2, alanın tamamı ise 80.000 m2 civarında. Tam ölçü olmasa da fikir vereceğini düşünüyorum. Alana %10’luk bir ek olacak gibi bir görüntü ortaya çıkıyor. Burada biraz haddimi aşacağımı da bile bile sözü edilen alanın ne kadar kent meydanı olabildiğini sormak istiyorum. Mevcut alanın ne kadarını verimli kullanıyoruz da %10 daha fazla olsa iyi olur diyebiliyoruz. Dediğim gibi mimar, kent plancısı arkadaşlarımın biraz gerisinde durarak bile olsa görüşlerimi açıklama hakkımın olduğuna inanıyorum.

Sonuca doğru gelelim mi? Ben burada bir karar verme ve açıklama durumunda değilim. Bir inşaat mühendisi olarak, teknolojinin olmazsa olmazı, soru sorma ve yanıtının araştırılmasını bekliyorum.

Tamam, yıkılacaksa yıkılsın ama bu karar nasıl alınacak, yeniden hesap yapılıp güçlendirilmesi mümkünse neden güçlendirilmesin? “Beğenmiyoruz, yıkalım gitsin” demek kolaydır, zor olanı “Acaba başka bir olanak var mı?” diyerek çözüm araştırmaktır.

Anılan binanın yapımında daha buraya yazamadığım birçok ayrıntı ile birlikte ait olduğu dönemin teknik kurallarının oldukça üstünde kaliteye özen gösterilmiştir. İnşaat mühendisliğinin ana mantığı olan “Amaç asla yıkılmayacak bina yapmak değildir, bu hiçbir anlamda ekonomik değildir, teknik olarak da çok zorlayıcıdır. Aslolan, bilinen en büyük afette içindeki yaşayanların sağlıklı olarak binalarını terk etmelerine olanak sağlayabilmektir” öngörüsü sağlanmıştır. Bu bağlamda anılan bina görevini yerine getirmiştir. Belirgin ve büyük bir hasar olmamasına karşın bina boşaltılmıştır.

BİR KONUYU DAHA GÖZ ARDI ETMEYELİM, BU BİNA RİSK NEDENİYLE YIKILACAKSA ÖZELLİKLE “2000 ÖNCESİ PROJESİ YAPILAN MEVCUT KAMU YAPILARININ TAMAMI YIKILMALI” GÖRÜŞÜ ÖNEM KAZANIR.

Not: Bilgilerinden yararlandığım, Uğur Belger ve Ahmet Gürel’e, fotoğrafları aldığım arşiv sahiplerine teşekkürlerimle…
(Hesap cetveli ve facit kollu hesap makinası benim 50 yıl önce kullandığım yardımcılarımdır.)

Siz de fikrinizi söyleyin!