Deneme,  Felsefe,  Tartışma,  Toplum

İnsanım, İnsanız, İnsanlar

Eksiltilmiş aklın en alışılmadık süreçlerini yaşayanlara selam olsun. Belirgin olabilecek şeylere ve onları karmaşıklaştıran alicenaplara merhaba. Kararsız kalabilmeyi, tercihlere tecavüz edebilmeyi yetenekleştirenlere sevgiler. Ve daha nicenize, en içten gelen uyuşukluğumla, bezmişliğimle kocaman bir merhaba.

Umutsuzluğun baba olduğu bu dünyada, bir başına yaşayan beklentiler el uzatmış arafta bekliyorlar. Onlar orada bekleye dursun şimdi beklentilerin elini tutma zamanı değil, tam tersine onları kökten değiştirme zamanıdır. Bulamaç olmuş duyguların arındırılması zamanıdır. Etrafımızı kuşatan anlamsızlığın korkusunu üzerimizden atmanın zamanı. Gereğinden fazla kirlendik, artık yıkanmanın zamanıdır.

Merak ettik, iyi ettik, heyecanlandık, yaklaştık ve başardık. Ancak bulandık, sonsuz sayfalara bir cümlecik olduk konduk. Yetemedik, kendimize yetemedik. Bir meşguliyetti hayat, bir aslanın yelesinde bir pire. Hayatta güçlü sıçramalar yapıyorduk, ama üzerinde olduğumuz şeyi kavrayamıyorduk. Sandıklarımız inandıklarımız oldu, ellerimiz bağlandı , gözlerimiz kör oldu, saplanıp kaldık bataklığın ortasında. Kurtarılmayı bekliyoruz. Bize başka el yok bizden başka. Beklentiler bizim, umutlar bizim. Bu konumsuzluk ve saplantılılık halleri ne beklentilerin kendisine ne de umutlarımıza bir ışık olacak gibi durmuyor.

Durmak bilmeyen bir düşünce silsilesinde hiç düşünememeyi düşünebilmek ne kadar garip. Aynılıktan aynılığa geçişin, günleri ardı arkası kesilmeden getiren zamanı anlamaya çalışmak ne kadar garip. Ne kadar garip itaat etmeyi ilke edinebilmek. Ve dünyanın en güzel çocuğu bir dilencinin kucağında uyurken, güzelliğin para ettiğini söylemek ne kadar garip.

Sevecenliği aşılamak, yapmacıklığa kucak aşmak en büyük yalakalaşmış, yalama olmuş akılların biricik silahı. Etrafta olup bitenleri bir mercekten izlerken , olan şeyin beğenilme sayısını düşüp de merceğe odaklanmak, bir çift göze ve bir tutam akla nankörlük değil de nedir? Koca bir bunağın, bir filizle hayata tutunma çabasına seyirci kalabilmek, vicdana yapılan nankörlük değil de nedir? Doğanın bizden daha çok güvendiği canlıları zevkimiz ve mülk hırsımız için kafeslerde sergilemek özümüze nankörlük değil de nedir?

Her seferinde hırsımıza yenik düşüyoruz. Yenik düştükçe uzaklaşıyoruz insanlık sofrasından. Uzaklaştıkça etrafımıza saldırıyoruz. Hırçınlaşıyoruz ve güvenilmez oluyoruz. Bağlarımız insaniyetlik bağı değil artık. Sevinçlerimiz insanca değil, hüzünlerimiz insanca değil, başarılarımız insanca değil artık.

Düşünsel yaratılarımız muazzamlaştıkça gerçekliğin çok daha kötüye gittiğini görebiliyorum. İdeal olanı düşüncede kurgularken, kurgulanmış olanı arzulayıp gerçekliğe geçip ve orada aradığını bulamayanlar olarak kaldık. Geçmişi diriltmekle, aramızda kurabileceğimiz değer köprülerini alaşağı ediyoruz. Gelecek inşası başka yarınlara ertelenerek, geleceği geleceğe devretmenin enteresanlığını yaşıyoruz. Özü can çekişen, sözü değersizleşen, bedeni metalaşan bir türüz artık.

Not: Youtube içeriklerim için “ZİHİN İŞÇİSİ” kanalımı buradan ziyaret edebilirsiniz.

 

2 Yorum

Siz de fikrinizi söyleyin!