Bilim,  Bilim ve Teknik,  Çocuk Gündemi,  Deneme,  Güncel - Aktüalite,  Kategorisiz,  Tarih,  Toplum

Her Şey Bir Büyüteçle Başladı (4)

Bu yazı bir tarih kurgusudur.

Öykü malum ve gerçek (en azından bize öğretilen kısmı) yakın tarih bilgisinin üzerine inşa edilmiş bir KURGU TARİH dir. Öyküde adı geçen bazı şahıslar gerçek ve diğerleri tamamen hayal ürünüdür ve gerçek kişiler ile hiçbir alakası ve bağlantısı yoktur. Aynı şekilde kurgu özgürlüğüne sığınarak, gerçek sayı ve istatistikler, olaylar, siyasi ve sosyal gelişmeler, teknolojik keşif ve icatlar, gerçeğe aykırı bir kronolojide öykünün geçtiği zaman dilimine sıkıştırılmıştır. Bu konuda bir hata aramakla uğraşmayın. Öyküde gerçeğe dayanan her bir bilgi dilimi için dip notlarda kaynaklar sunulmuştur.

“Ben, manevî miras olarak hiçbir âyet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevî mirasım ilim ve akıldır. Benden sonrakiler, bizim aşmak zorunda olduğumuz çetin ve köklü zorluklar karşısında belki gayelere tamamen erişemediğimizi, fakat asla taviz vermediğimizi, akıl ve ilmi rehber edindiğimizi tasdik edeceklerdir. Benim Türk milleti için yapmak istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım ortadadır.

 Benden sonra beni benimsemek isteyenler, bu temel eksen üzerinde akıl ve ilmin rehberliğini kabul ederlerse, manevî mirasçılarım olurlar.”

Mustafa Kemal Atatürk – 1933

 

Her şey Bir Büyüteçle Başladı (4)

Ekim 2173, Cumartesi, Chicago İllinois ABD,
TC – KDV (TC – Kemalist Düşünce Vakfı) İletişim Merkezi

Atatürk çiftlik binasının üstündeki çanakları görüp, müdüre soru sorduğunu tarihçiler; 40 yıl sonra Murad Ermiş’in gündeliğinden keşfederler. 1919 senesinin gündeliklerinde Atatürk bir gün sonra tekrar Murad’ın yanına çiftliğe geldiği ve onunla uzun bir sohbetleri olduğu görülür.

Atatürk Sivas’ta hareketli bir gün ve uykusuz geçen geceden sonra Erzurum’a doğru yolculuğa çıkar.

“Sivas’taki teşkilat ve nasıl hareket edileceği konusunda gerekenlere talimat verdikten sonra, hiç uyumadan geçen 27-28 gecesinin sabahında bir bayram günü, Sivas’tan Erzurum’a doğru yola çıktık.”[1]

Sivas şehir sınırına vardıklarında Atatürk’ün, aklına çiftlik binasının çatısında gördüğü büyük çanaklar ve Murad Ermiş’in kısa açıklaması gelir. Şoförüne, Erzurum yolculuğuna başlamadan evvel tekrar numune çiftliğine gidip birkaç saat uyumak istediğini buyurur. Çiftliğe varınca, Murad ile kısa konuştuktan sonra dinlenecekleri misafir odasına çekilirler. Atatürk ve şoförü uyanınca yemek masası hazırlanmıştır. Atatürk masaya oturmadan evvel Murad’dan elektrik santralını göstermesini ister.

İkisi beraberce yel değirmenin yanına giderler ve Murad 45 dakika boyunca tesisi ve deneylerini Atatürk’e anlatır. Haziran ayının sıcağında ve güneşinde Atatürk bir yandan Murad’ın konuşmasını dinlerken, diğer yandan da santralın düzenini ve işleyişini uzunca gözetler. Mercekten çıkan ışık şeridinin kazana dokunduğu alanın üstündeki termometre sıcaklığı 600 °C derece gösterir. Murad, yaz aylarındaki güneş ışığı kazanın gövdesini, altına odun veya kömür ateşi yakmadan, 15 dakika içinde 220 °C ve içindeki suyu da 180 °C dereceye kadar ısıttığını açıklar. Aynı anda, hafif bir rüzgâr yel değirmenin pervanesini hareket geçirir. Dinamonun yanındaki akımölçerin ibresi üretilen elektrik miktarının 3,4 kWh olduğunu gösterir. Murad’ın açıklamasına göre santral büyütülürse veya ikinci bir kazan-mercek düzeni ile dinamo eklenirse daha fazla elektrik üretmek mümkündür. Buradan da çıkacak sıcak suyu kalorifer boruları ile kurutma binasına aktararak tahıl, sebze, meyve, çay ve tütün kurutmak için faydalı olacağını Murad belirtir. İhtiyaç fazlası elektriğin de Sivas’a aktarılmasını önerir.

Murad anlattıkça, Atatürk’ün aklında Milli Mücadele’den sonra kurmak istediği ekonomi, iletişim, enerji ve eğitim sistemleri şekil almaya başlar. Çok yönlü ve uygulamalı bilgi aktarımı ve bunu bilginin en çok lazım olduğu yerde, yani köylerde olması fikrine eğitim sisteminde odaklanır. Daha önce Bulgaristan’da gördüğü köy okulları ve enstitülerin ilk şekli Atatürk’ün ilerde kurulacak olan Türkiye Cumhuriyeti için vizyonu olur. Her köyün kendi gıda ve enerji ihtiyacını kendisi üretmesini tasarlar. Büyük şehirlerle, başkentle ve diğer köylerle istihbarat sağlamak üzere her köye telgraf bağlanması önem kazanır. Köylerin ve köylülerin kalkınması Atatürk için önemli bir hedeftir. Böylece birkaç sene sonra kurulacak olan Türkiye Cumhuriyeti’nin, enerji ve eğitim sisteminin ve başarı öyküsünün ilk cümlelerini Atatürk dizmeye başlar.

Yemek masasında Murad, Atatürk’ün soruları üzerine neredeyse bütün hayatını anlatır. Büyüteci, okul hayatını, Arif Beyi, ziraat mektebini, askerliğini, deneylerini, gündeliklerini anlatırken Atatürk bulundukları zor ve şiddet dolu zamanda, bu insanla karşılaşmasından son derece mutlu olur. Ardından aralarında bir sohbet başlar:

̶  “Büyük Savaşın devam ettiği uzun yıllar sonunda millet yorgun ve fakir bir durumda. Milleti ve ülkeyi Dünya Savaşına sürükleyenler, kendi hayatlarını kurtarma kaygısına düşerek ülkeden kaçmışlar. İtilaf Devletleri, Ateşkes Anlaşmasının hükümlerine uymayı gerekli görmüyorlar. Birer bahane ile İtilaf donanmaları ve askerleri İstanbul’da. Adana ili Fransızlar; Urfa, Maraş, Antep İngilizler tarafından işgal edilmiş. Antalya ve Konya’da İtalyan askeri birlikleri, Merzifon ve Samsun’da İngiliz askerleri bulunuyor. Her tarafta yabancı subay ve memurlar ile gizli görevlileri faaliyette.     

Ama siz, sayın Murad efendi bütün bu olanlardan hiç tesir altında kalmadan, vatanımıza ve ulusumuza karşı görevlerinizi cesurca azami ölçüde ifa etmeye devam ediyorsunuz. Bu vatan ve görev sevdanız için sizi tebrik ederim! Üstün emekleriniz için size müteşekkirim! Temin olun ki, emekleriniz mükâfatsız kalmayacaktır.”

Bu sözleri duyan Murad’ın göğsü gururdan kabarır. Daha evvel hiçbir devlet erkânından görmediği ve duymadığı takdir ve onay Murad’ı büyük bir zafer kazanmış gibi mutlu eder ve kendine hâkim olamadan gözyaşları yanaklarından süzülmeye başlar. Bu yaşlar Atatürk’ün gözünden kaçmaz ve Murad’a;     

̶  “Murad efendi siz santralı ve masada hayatınızı anlatırken, ben de aynı duyguları yaşadım.”
diyerek sakinleştirir.

̶  “Aman efendim sadece görevime icabet ettim.”

̶ “Evet Murad efendi evet. Hem de olağan üstü bir azimle bunu yaptınız.  

Ben size önümüzdeki aylarda ortam elverdiği sürece özel bir şifreyle telgraflaşacağım. Öncelikle bazı askeri hedeflerimizi gerçekleştirdikten sonra sizden, burada gördüğüm santralın aynısını başka yerlere de kurmanızı isteyeceğim. Gerekli malzemeleri bir liste halinde yazarsanız ben hepsinin tedarikini sağlarım. Ayrıca bu işlerde size yardım edecek ve sizden eğitim alacak sanayi ustaları, kalfalar, makinist, mühendis, ziraatçı, kimyacı ve fizikçi bilim insanlarından oluşan kadro göndereceğim.              

Milli Mücadeleyi başarı ile nihayetlendirince yeni devletimiz kurulacaktır. İşte bu mücadeleden ikimiz de sağ çıkarsak, daha sizinle uzun yollarda beraber yürüyeceğiz. ”           

̶  “Efendim emrinize amadeyim. Vatanıma yardım etmek görevimdir.”

̶ “Sizden bir ricada bulunacağım Murad bey. Bugüne kadar eğittiğiniz insanlar arasından sizin kadar meraklı, becerili ve bilgi sevdalısı olan kırk elli kişi seçin ve onlara elektrik santralının kuruluşunu, işlemini, onarımını ve gerekli temel ve derin bilgileri öğretin. Bu insanlarla beraber bu santralin ikincisini buraya kurun. Malzeme tedarikini ben organize edeceğim. Samsun Vali ve belediyesine gereken talimatları vererek size yardımcı olmalarını ben sağlayacağım.

İşte bu insanlar ilerde yeni tesisler kurulacağı zaman sizin teknik ekibinizi oluşturacak.”

̶ “Anladığım kadarıyla çiftliğimizi örnek mektep konumuna getirmek istiyorsunuz. Doğru mudur efendim?”

̶  “Evet Murad efendi!”

Murad bu sohbetin üzerine gündeliğindeki notlara bakarak Mustafa Kemal Paşa’ya santral için gerekli malzemeleri listeler. Erzurum’a gitmek üzere otomobile binerken, Atatürk Murad’a sımsıkı sarılır. Namı büyük Mustafa Kemal Paşa ile olan birkaç saatlik karşılaşmadan derin etkilenen Murad onu uğurlarken büyük heyecan ve mutluluk hisseder.

Atatürk bu karşılaşmadan sonra Murada verdiği sözlerini yerine getirir. Milli Mücadele’nin her türlü acı ve zorluklarının arasında Samsun Numune Çiftliği ve Murad efendiyle iletişimini sürdürmeyi ihmal etmez. Düşmanı kovdukları her yöreye Murad’ı ve kadrosunu gönderir ve oraya enerji santralleri imal ettirir.

 Elektriklenme mucizesi Türkiye

İstiklal Savaşı sona erdikten sonra on sene içinde Türkiye Cumhuriyeti’nde İzmir – Kayseri – Van hattının güneyinde kalan bölgelerde [2] Murad’ın tasarladığı enerji santralinden toplam 4.700 adet kurulur. Ayrıca Türkiye genelinde 2.910 köy okulu ve enstitüsü kurulur. Enerji santralleri köy okullarında, hükümet ve belediye binalarında, kışlalarda, maden ocaklarının ve fabrikaların çevrelerinde kullanılır. Yerel ihtiyacın fazlası elektrik üretimi, en yakın şehir ve kasabalara aktarılır.

Fotoelektronik etkisi, yani güneş ışığının bazı yüzeyler üzerinde elektrik akımı ürettiği, ilk defa 1839 yılında Alexandre Edmond Becquerel (Becquerel günümüzde radyasyon ölçü birimi olarak kullanılır) tarafından fark edilmiş ve 1920lere kadar çeşitli bilim insanlarından araştırılmıştır.[3] 

1907 de Albert Einstein ışıkelektrik etkisini, kendisinin 1905 de yazdığı Işıkkuvant Hipotezine dayanan kuramsal açıklamasını getirir. 1921 de bunun için Fizik Nobel Ödülünü alır. Robert Andrews Millikan (1868–1953) 1912–1916 arasında Einstein’ın ışıkelektrik tezini deneysel kanıtlar ve 1923 de bunun için Fizik Nobel Ödülünü alır.

Yarı-İletken-Tekniği ve ışıkelektrik etkisinin diğer bir önemli temel bilgisi, kristal-çekme-yöntemi 1916 da Jan Czochralski (1885–1953) AEG Berlin Metall-Laboratuvarında keşfedilir. 1940 larda bu yöntem geliştirilir ve 1950 lerde artan Yarı-İletken ihtiyacını karşılamak üzere büyük boyutta kullanılır. 

Avrupa da keşfedilen Fotoelektronik etkisi henüz herhangi bir sanayi kullanımında değerlendirilmemiştir. Ancak on senedir kullanılan ve geliştirilen Murad Ermiş’in elektrik santrallarından dolayı, 1930’ların başlangıcında köy okul ve enstitülerin yoğun talebi üzerine, Türkiye’ye güneş ışığından elektrik üretimi konulu kitaplar getirilmiştir. Bu konu da köy okullarında öğretilmeye başlamıştır. Yüzlerce okulda her çeşit metal ve kristallerle deneyler ve araştırmalar başlamıştır ve nihayetinde güneş ışığını elektriğe çeviren malzeme karışımları bulunmuştur. 1945 senesinde dünyada ilk olarak Türkiye’de binaların çatısına elektrik üreten güneş panelleri kurulmuştur. Bu evrime paralel olarak rüzgâr değirmenleri ile elektrik üretimi de büyük adımlarla geliştirilmiş. 1947 senesinde her il, ilçe merkezi evlere kadar ve köy okullarının bulunduğu köyler elektriklenmesine rağmen Türkiye genelinde ilk kez tüketimden fazla elektrik üretilmeye başlanmış. Bu fazla üretim İran, ve Irak, Bulgaristan ve Rusya ya, daha sonra diğer Balkan devletlerine ve Suriye’ye de pazarlanmış. Doğu komşulardan elektrik karşılığında petrol alınmış ve diğer devletlerden de döviz veya altın alınmıştır.

Paralelinde Türkiye yurt dışından getirdiği tarım, madencilik ve inşaat makinalarını kısa sürede inceleyip geliştirmiş. 1932 senesinde bu makinaların yeni sürümleri Türk mühendisleri tarafından tasarlanıp, yerli üretime geçilmiştir. Türk traktör ve iş makinelerinin en yenilikçi özelliği ise, bunların elektrik motorları ile çalışması olmuştur.

Türkiye güneş ve rüzgâr enerjisi, elektrikli tarım ve iş makineleri ve maden işleminde teknolojik bilgi ve üretim lideri olmuştur. Köy okul ve enstitülerden mezun Türk bilim insanları, 1945’den sonra çeşitli dallarda Nobel ve diğer ilim ödülleri almıştır.

Bütün dünyada saygın üniversiteler ve şirketler Türk bilim insanlarını öğretim üyesi ve mühendis olarak kazanmak için yarışa girmişler. Ancak Türk devleti bu talepleri 1973’e kadar reddetmiş. Yabancı devletlere Türk bilim insanlarının gitmesini bir temel şarta bağlayarak, her devletle özel antlaşmalar imzalandıktan sonra yurt dışına köy okulları ve enstitüleri kurmaya başlamıştır. Yani tek bu şartla Türk bilim insanları yurt dışında eğitim görevlisi olabilmiştir. Türk devletinin öne sürdüğü şart, Türk bilim insanlarının katılımı ve eğitimi sayesinde yurt dışında geliştirilen ve üretilen her türlü keşif ve makinelerin patentleri Türkiye Cumhuriyeti’nin kurumlarına ait olmasıdır. Oradan diğer ülkelere ihraç edilen ürünler için, satış bedeli üzerinden Türkiye’ye 15% lisans ücreti verilmesini mecbur kılınmıştır. 

İstiklal Savaşının ardından gelen yılların başarısından Türk halkı ve Mustafa Kemal Atatürk yönetimindeki devlet erkanı son derece memnuniyet ve gurur duymuştur. Atatürk 1930 da daha birçok vizyonunu hayata geçirmenin önemini fark etmiş ve sigara içme alışkanlığını bırakmış. Kendini belli etmeye başlayan sağlık sorunları, Türk ilaç sanayisinin ve tıp sektörünün geliştirdiği ilaç ve tedavi yöntemleri yardımı ile kısa sürede iyileşmiştir.

Toplum içindeki başarılar, refah ve düzenlilik milleti asırlardır hasret kaldığı bir huzura ulaştırmış. Devlet ilk defa güven ve emniyet kaynağı olmayı başarmıştır. Halkın ihtiyaçlarını tedarik etmek, güvence ve asayiş sağlamak devlet idaresinin görev anlayışı haline gelmiş. Maddi özerklik, yüksek seviyeli eğitim ve katı uygulanan eşitlik ilkesi Anadolu topraklarında yaşayan kültürler arasındaki düşmanlık ve ayrımcılığı yok etmiş. Dinler, aşiretler, tarikatlar önemini kaybetmiş ve yerel liderler müritlerine söz geçiremez ve bağlı tutamaz duruma düşmüşler. Her türlü sanat dalları ülkede yaygınlaşmaya başlamıştır.

10 Kasım 1938’de İsveç’teki Nobel Ödülü komitesi o senenin Barış Nobel Ödülünün Mustafa Kemal Atatürk’e Türkiye Cumhuriyeti kuruluşu ve 15 sene içinde kurduğu devlet düzeni ve halkların arasında sağladığı barış için verileceğini beyan eder.

̶  “Dedeciğim inanamıyorum duyduklarıma. Waaooooww! Atatürk Sivas Numune Çiftliğine tamamen plansız bir şekilde uğruyor ve orada gördükleri ve duydukları harikalara vesile oluyor.”

̶  “Evet evladım! İnsanlara masal olarak anlatsan bile, ‘bu kadar da olmaz artık’ dedirtecek nitelikte bir mucize yaşatmış Atatürk insanlara.”

Nizamettin Karadaş, Sezon finali

Not:

Her Şey Bir Büyüteçle Başladı (1) yazımı okumak için buradan ulaşabilirsiniz.
Her Şey Bir Büyüteçle Başladı (2) yazımı okumak için buradan ulaşabilirsiniz.
Her Şey Bir Büyüteçle Başladı (3) yazımı okumak için buradan ulaşabilirsiniz.

 

TEŞEKKÜRLER

Sayın Mehmet ÇalışkanDüşümde Seni Gördüm Türkiye’m yazınızla benim yazı dizimin ilham kaynağı oldunuz. Gündem Arşivi’nde yayımladığınız kurgunuzda o kadar güzel ve huzurlu bir Türkiye betimlediniz ki, o pürüzsüz hayalinize kapılmamak imkânsızdı. Düşünüzle benim kurgum için muhteşem bir hedef belirlediniz.

Ben de “Her Şey Bir Büyüteçle Başladı” dizimde bu hedefe gidebilecek naifçe bir yol çizmeye çalıştım. Farkındayım, yazımda her şeyi pembe bulutlar içinde ve engelsiz geliştirdim. Eminim, bu mükemmel hedefe götürecek daha nice yollar vardır ve her biri aşılması gereken yüzlerce sorun içerir. Ancak içinde bulunduğumuz üzücü dönemde bu hayal ve kurguya sarılmak hepimizin ruh sağlığı için faydalı olacağı kanaatine vardım.

Sağlıcakla kalın.

Kaynaklar:

[1] Mustafa Kemal Atatürk, NUTUK, “Erzurum’a Hareket”, S. 39, BERIKAN YAYINLARI, Mayıs2007 PDF

[2] Türkiye güneş saatleri haritası, Wikipedia

[3] Geschichte der Photovoltaik, Fotovoltaik Tarihi, Wikipedia; Timeline of solar cells, Wikipedia; Tarihsel Süreçte Güneş Enerjisi , Ekolojist.net

 

 

1964 İstanbul doğumlu. 1972 den bugüne kadar Düsseldorf, Almanya ikametli. Köln Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu, 2 yetişkin kız çocuğu babası. 12 yıl Avukatlıktan sonra mesleğini bırakmış, her konuda meraklı, araştırmacı, analist ve okumasını seven rahat ve huzurlu bir insan.

Siz de fikrinizi söyleyin!