Bilim,  Bilim Haberleri,  Bilim ve Teknik,  Çocuk Gündemi,  Deneme,  Tarih,  Toplum

Her Şey Bir Büyüteçle Başladı (2)

Bu yazı bir tarih kurgusudur.
Öykü malum ve gerçek (en azından bize öğretilen kısmı) yakın tarih bilgisinin üzerine inşa edilmiş bir KURGU TARİH dir. Öyküde adı geçen bazı şahıslar gerçek ve diğerleri tamamen hayal ürünüdür ve gerçek kişiler ile hiçbir alakası ve bağlantısı yoktur. Aynı şekilde kurgu özgürlüğüne sığınarak, gerçek sayı ve istatistikler, olaylar, siyasi ve sosyal gelişmeler, teknolojik keşif ve icatlar, gerçeğe aykırı bir kronolojide öykünün geçtiği zaman dilimine sıkıştırılmıştır. Bu konuda bir hata aramakla uğraşmayın. Öyküde gerçeğe dayanan her bir bilgi dilimi için dip notlarda kaynaklar sunulmuştur.

 “Ben, manevî miras olarak hiçbir âyet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevî mirasım ilim ve akıldır. Benden sonrakiler, bizim aşmak zorunda olduğumuz çetin ve köklü zorluklar karşısında belki gayelere tamamen erişemediğimizi, fakat asla taviz vermediğimizi, akıl ve ilmi rehber edindiğimizi tasdik edeceklerdir. Benim Türk milleti için yapmak istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım ortadadır.

Benden sonra beni benimsemek isteyenler, bu temel eksen üzerinde akıl ve ilmin rehberliğini kabul ederlerse, manevî mirasçılarım olurlar.”

 Mustafa Kemal Atatürk – 1933

Her Şey Bir Büyüteçle Başladı (2)

22 Ekim 2173, Cuma, Chicago İllinois ABD

̶  Haydi, kalk Özgür Kemal, masayı toparlayıp temizleyelim. Sohbetimize burada, mutfakta devam edelim.

̶  Tamam dedeciğim. Zaten merakla bekliyorum bu Murad Ermiş’in akıbetini. Dede, anladığım kadarıyla bu Murad Türkiye Cumhuriyeti’nin başarılar tarihinde önemli bir yapı taşı olacak. Neden tarih araştırma kitaplarında adı geçmiyor?

̶  Geçiyor evladım geçiyor, ancak nerede arayacağını bilmen lazım. Ben sana bazı kaynaklar ileteceğim. Ayrıca eserler ve başarılar kalıcı olursa, isimler zamanla kayıplara karışıyor. Örneğin, Ankara deyince aklına gelen ilk mimari eserler hangisi?

̶  TBMM ve Anıtkabir.

̶̶  Bu binaların mimarları kim, biliyor musun?

̶̶  Maalesef hayır.

̶̶  Gördün mü? Bu kadar basittir işte. Binlerce turist rehberinde bu binaların adı geçer ama kimse mimarlarını merak etmez, az miktarda mimarlık ve tarih meraklısı haricinde. Tarih kitaplarında uzun süreçler bir başlık ve başlangıç ve bitiş yılları ile özetlenir ve ancak belirli liderlerin isimleri aktarılır. Bu dönemde on binlerce memurun, emekçinin, askerin, bilim insanının adı ve başarıya katkısını kimse merak etmez. Tarih her zaman kazananlardan ve başaranlardan yazılmıştır. Popüler bilim böyle işliyor maalesef. Anladın mı?

̶̶̶  Anladım dede, torunun üstün zekâlı olduğunu unutma lütfen.

̶̶  Dinle o zaman olanların devamını evladım:

Askerliğinde yazdığı yöresel tarım ve hayvancılık teknik ve metotları raporlarında, sulama teknikleri, kuyu ve tulumba tekniği ve yel değirmenlerin kullanımı Murad’ın ilgi odaklarıdır. Tarım arazilerini gübrelemek, arazileri dinlendirmek, tarlalara iki üç senede bir farklı ürünler ekmek, tahıl ve sebze ekiminde çevrelerine koruyucu ağaç, çalı ve otların ekilmesi, koruma amacı ile çeşitli böcek, etçil kuşlar ve yırtıcı hayvanların tarım arazilerin çevrelerine salınması askerlik sürecinde edindiği yeni bilgilerdir.

“Osmanlıda Ticaret ve Nafia Nezareti 1888 senesi Eylül’ünde İmparatorluk genelinde zirai modernleşmeyi yaygınlaştırmak adına yeni bir çözüm önerisi gündeme getirmiştir. Bu yeni öneriye göre imparatorluk genelinde numune çiftlikleri yerine numune tarlaları kurulacak ve bu tarlalarda, Fransa ve Almanya’dan getirtilen modern aletler kullanılarak, modern tarım yöntemleriyle ziraat yapılacak, bu şekilde modern tarım metotlarının verimliliği çiftçilere fiilen gösterilecekti. Numune tarlaları ilk etapta Suriye, Halep, Adana, Konya, Ankara, Sivas, Manastır, Yanya vilayetleri ile İzmid Sancağı’nda kurulacak, daha sonra tüm imparatorluk geneline yayılacaktı. Tüm bu planlamalara rağmen 1893 senesine gelindiğinde, üzerinden beş sene geçmiş olmasına rağmen yalnızca Sivas vilayetindeki numune tarlası teşebbüsü tamamlanabilmişti.” [1]

Askerlikten sonra Murad kısa ömürlü olan Osmanlının kurduğu Numune Çiftliklerinde ziraatçı müdür muavini olarak görevlendirilir. Nihayetinde Osmanlı’ca Harb-i Umumi (halk arasında Seferberlik, daha sonra 1. Dünya Savaşı)[2] denen savaşta, Şubat 1915 de Murad Ermiş Sivas Numune Çiftliğine müdür olarak atanır. Orada numune çiftliğinin her türlü konularından sorumludur. Ayrıca çevre köylerdeki çiftçilere danışmanlık ve öğretmenlik yapar. Herkes el ele verip tarla, bahçe, hayvanlardan ne elde edilirse ordu ve halkı beslemek üzere kullanılır. Sonbahar ve kış aylarında zirai faaliyetler azalır ve Murad bu dönemlerde askerde olmayan genç ve yaşlı gönüllülere hem Osmanlı hem Latin alfabesi ile okuma yazma eğitimi verir. Latince alfabeyi çoğu “öğrenci” gereksiz görünce onları şu şekilde ikna eder:
“Latin alfabesini öğrenmek yaptığımız iş ve hepimizin hayatı için çok önemlidir, çünkü buradaki işimiz olan tarımcılık konusunda en yeni bilgilerin yazıldığı kitapların tamamı Latin alfabesi ile yazılmış ve daha henüz tercüme edilmemiştir. İçinde bulunduğumuz Harbi Umumi de bundan daha önemli unsur ise telgrafların hepsi Latin alfabesi ile yazılmasıdır. Yakın zamanda Numune Çiftliğine telgraf bağlanacaktır ve hepimiz telgrafı ordumuza yardımcı olabilmek için kullanabilmemiz lazım!”

̶  Özgür Kemal sana bir PDF göndereceğim, Osmanlı İmparatorluğu’nda kullanılmaya başlayan telgrafın tarihini, siyasete, gündeme, Osmanlı’nın çöküşüne, Kurtuluş Savaşına ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna ve Türk diline olan etkisini anlatıyor. Okumadan geçme. (OSMANLI İMPARATORLUĞUNA ELEKTRİKLİ TELGRAFIN GİRİŞİ, RODERIC H. DAVISON, çev.: Yrd. Doç. Dr. Durdu Mehmet BURAK )

Murad ziraat mektebi ve askerlik sürecinde de merceklerle deneylerini ve öğretmeni Arif Beyle ilişkisini uzun uzun mektuplar ile devam etmiştir. Zamanla deneylerini geliştirmiş ve büyütmüştür. Bu süreçte ahşap bir çerçevenin içine dört sıra halinde onar santim çaplı 16 tane mercek yerleştirip deneyler yapmıştır. Bu deneylerinin başarısından sonra 60 santim çapında büyük mercek yapmış ve bunları da Sivas Numune Çiftliğine getirmiştir. O kadar sene aradan sonra Sivas’a geldiğinde acı bir haberle karşılaşır. Babası Murad’a Arif Beyin kısa zaman önce vefat ettiğini bildirir. Murad bu habere çok üzülür. Ancak babası Arif Bey vasiyetinde tüm kitaplarını, gündeliklerini ve topladığı aletlerini Murad’a bıraktığını söyledikten sonra çok gururlanır. Öğretmeninden, bu şekilde bile olsa, takdir edilmek Murad’ı derin duygulandırır. Arif Beyin mirasını olduğu gibi Numune Çiftliğinin kütüphanesine yerleştirir.

Murad’ın İstanbul’dan Sivas’a getirdiği diğer bir şey de 4 kW lik bir dinamodur. Dinamoyu Murad hayatında iki sefer görmüştür. Birinci kez Adana Tarsus’ta görmüştür.

“Osmanlı Devleti’nin ilk elektrik santrali 1902 yılında Adana Tarsus’ta kurulan küçük bir su santralidir.
Tarsus’ta elektrik tesisi yapma fikrinin sahibi, Tarsusluların Torfil diye adlandırdığı belediyenin teknik işleriyle ilgilenen Avusturyalı Dörfler’dir. Dörfler, ilk müracaatı zamanın Belediye Reisi Fahri Sungur Bey’e yapmıştır. Elektrik, telefon, uçak gibi teknolojik gelişmelere, anonim şirket, ticaret borsası gibi kapitalist gelişme potansiyellerine kuşkuyla ve kuruntuyla bakan Padişah II. Abdülhamit, bu gibi teşebbüsleri desteklemediği ve Yıldız Suikastı’ndan sonra dinamite benzettiği dinamodan kuşkulandığından saraydan ancak hatırı sayılır Karamüftüzade Hulusi Paşa’nın nüfuzu ile gerekli izin alınmıştır. Tarsus’a 1800 metre uzaklıktaki Bentbaşı mevkiinde bulunan Berdan Nehri üzerinde su değirmeni milinin transmisyon kayışıyla çevrilerek 2 kW’lık bir dinamo ile oluşturulan santral daha sonra hidroelektrik santraline dönüştürülerek gücü 60 kW’a çıkartılmıştır.[3]

İkinci sefer ise İzmir de Numune Çiftliklerinde kullanılan elektrik konusunda aldığı bir eğitimde görmüştür.

“İzmir havagazı imtiyazı 1859’da yapılan bir sözleşme ile M. Edvars aracılığı ile kurulacak şirkete verilmiş olup, imtiyaz süresi 40 yıldır. 1895’te yapılan yeni sözleşme ile imtiyaz süresi 40 yıl daha uzatılmıştır. İzmir’e elektrik 1905 yılında İstanbul merkezli “Selanik ve İzmir Tenvirat ve Kudret-i Elektrikiyye Anonim Osmanlı Şirketi”nin kurulmasıyla gelmiştir.”[4]

 Bu arada İstanbul da elektrik Şubat 1914 den sonra geniş kapsamlı kullanıma geçmiştir.

İstanbul’un elektrik, su ve tramvay gibi belediye hizmetleri daha çok Fransız şirketlerince yürütülmüştür. İstanbul’da Kadıköy, Üsküdar ve Boğaziçi’nin Anadolu yakasının havagazı ile aydınlatılması imtiyazı 1807’de yapılan bir sözleşme ile 50 yıllığına bir Fransız mühendise verilmiştir. İmtiyaz sahibi imtiyazını Osmanlı kanunlarına göre bir anonim şirket kurarak ona devredecek, imtiyaz süresi sonunda tüm menkul ve gayrimenkuller bedelsiz olarak devlet adına belediyeye devredilecekti. Bu konuda diğer bir imtiyaz sözleşmesi Beyoğlu ve Yeniköy Belediye Daireleri’nin görev alanı içindeki mahallerde havagazı dağıtımı konusunda belediye başkanı ile Fransız müteşebbisler arasında 50 yıllığına yapılmıştır.[5]

 İstanbul Rumeli yakasında telgraf ve telefon dışında diğer hizmetleri kapsamak üzere elektrik enerjisi genel dağıtım imtiyaz hakkını, merkezi Macaristan-Budapeşte’de bulunan Ganz isimli Elektrik Anonim Şirketi kazanmıştır.

Ganz Elektrik Anonim Şirketi adına Mösyö Leopold Ştark ile Bank General de Credit Avengrava ve Brüksel Bankası İstanbul’un elektrik dağıtımına ait imalatın idare ve işletilmesi hakkını 50 yıllığına almıştır. Ganz Elektrik Şirketi, 1911 yılında “Osmanlı Anonim Elektrik Şirketi” adını almış, merkezi İstanbul olmak üzere devlet kanunlarına tabi olarak kurulmuştur.

1913 yılında tamamlanması planlanan “Osmanlı Anonim Elektrik Şirketi” gerek dünya savaşı sebebiyle gerekse İstanbul’da yaşanan sel felaketi sebebiyle Silahtarağa Elektrik Santrali’ni ancak 1914 Şubat ayında işletmeye açabilmiştir. İstanbul’da ilk ticari amaçlı elektrik üretimi böylece başlamıştır. Silahtarağa’nın çalışmaya başlamasıyla ulaşımda elektrikli tramvaylar kullanılmaya başlanmıştır. Böylece uzak mesafelere ulaşım daha rahat olmuştur.

Silahtarağa Elektrik Santrali işletmeye alındıktan bir sene sonra hisse senetleri tamamen Belçika’daki “Sofına (Societe Financiere de Transports et d’Enterprises Industrielles a Bruxelles)” müessesesine devredilmiş ve Şirket’e bu müessese hâkim olmuştur.

Osmanlı Devleti’nin Diğer Şehirlerinde Elektrik ve Havagazı İmtiyazları

İstanbul’un elektriklendirilmesi çalışmalarının yanında Osmanlı Devleti’nin İzmir, Şam, Beyrut, Edirne, Adana, Halep, Eskişehir ve Samsun gibi belli başlı şehirlerinde de elektrikle aydınlatma için imtiyaz almak amacıyla verilen teklifler ve elektrik üretme girişimleri söz konusu olmuştur.

Aydın Gar’ına ve iskeleye yakın olması sebebiyle İzmir’in elektrikle aydınlatılması imtiyazı 1913 yılında İzmir tramvaylarını işleten Belçikalı Traction-Electricite Şirketi’ne verilmiştir. Ancak, Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı ortamı şirketin çalışmasını engellemiştir.

Beyrut’ta gaz imtiyazı 1877 yılında Alex de Girardin’e verilmiştir. İmtiyazı gerçekleştirmek için Beyrut Gaz Anonim Şirketi kurulmuştu. 1906 yılında Beyrut’ta elektrikli tramvay inşa etmek ve işletmek ve şehrin elektrikle aydınlatılması amacıyla merkezi İstanbul’da bulunan Beyrut Tramvay ve Elektrik Osmanlı Anonim Şirketi kurulmuştur. Şirketin imtiyaz süresi 90 yıldır.

16 Nisan 1903 tarihli sözleşme ile Şam’da elektrikli tramvaylar inşa etmek ve işletmek, şehirde telefon şebekesini kurmak ve işletmek, şehri elektrikle aydınlatmak üzere 1904 yılında merkezi İstanbul’da “Şam-ı Şerif Elektrik Tramvay ve Tenviri Anonim Şirket-i Osmaniyyesi (Société Anonyme Impériale Ottomane de Tramways et d’Eclairage Electriques de Damas)” kurulmuştur. Şirketin imtiyaz süresi 99 yıldır.

 Bazı şehirlerdeki elektrik imtiyazları yerli veya yabancı şahıslara değil belediyelere aittir. Örneğin, elektrik üretim imtiyazı Edirne’de 1909 yılında belediyeye, Adana’da 1913 yılında elli yıllığına Osman Vehbi Bey’e, Halep’te 1914 yılında Mühendis Osman Vehbi Bey’e verilmiştir. Eskişehir’in elektriklendirilmesi 1919 yılında belediyeye verilen imtiyazla gerçekleştirilmiştir. Samsun’un elektrik imtiyazı da 1920 yılından itibaren 60 yıllığına belediyeye verilmiştir.[6]

Sivas Numune Çiftliğinde Murad daha önce ana hatları ile anlattığım işlerin yanı sıra, üst düzey subay olan bir akrabasının yardımı ile Sivas merkezden Numune Çiftliğine telgrafın ve telefonun bağlanmasını ve gereken aletlerin gelmesini sağlar. Böylece çiftlik Harbi Umumiye ’de tam teşkilatlı bir istihbarat servisi sağlayacak konuma gelir.

Murad Dünya Savaşı’nın bitişine kadar yaklaşık 450 çocuk ve yaşlı insana (bunların 220 si kız çocuğu ve kadınlardır) okuma ve yazmayı öğretir. Bir de çiftliğin, içinde idari, toplantı, eğitim ve konaklama odaları bulunan, ana binasının yanına çevredeki gençlerin, marangozun ve nalbanttın yardımları ile bir elektrik enerji santralı kurar. Bunun için önce uzunca bir direğin ucuna bir metre uzunluğunda ahşap rotorlardan rüzgâr değirmeni takar. Pervanenin dönüşünü, o zamanlar yaygın olan transmisyon kayışı değil, birer kardan mili ve mafsalı ile dinamoya aktarır ve ilk elektrik üretimi başlar. Elektriği uygun kablolar ile ana binaya aktarır ve oradaki ışıklandırma sistemini gazdan elektriğe çevirir. Murad’ın ikinci eseri yıllardır merceklerle yaptığı deneylerin neticesidir. Ana binanın güney cephesi çatısına, bugünkü uydu antenlerine benzer, 9 tane 90 santim çaplı iç bükey çanaklar yerleştirir. Çanakları Sivas’ta bir tepsi, ekmek pişirilen sac ve tencere yapan esnafa imal ettirir. İç taraflarını ise deneme amacı ile krom, gümüş ve kalayla kaplatır. Böylece her çanağın iç tarafı ayna olmuştur. Çanak aynaları hepsi aynı noktaya bakacak şekilde yönlendirerek monte edip, tam o noktaya kendi yapımı 60 santim çapında büyük merceği bir iskele düzenin üzerine yerleştirir. Çanaklardan güneş ışığı tam merceğin ortasına yansıtılır. Merceğin uygun mesafe ardına da taş fırına benzeyen bir taş örgü yatak ve onun üstüne de yatay silindir şeklinde kazan yerleştirir. Mercekten çıkan güneş ışığı kalın bir şerit halinde o kazanın gövdesine vurur ve kazanın içindeki 300 litre suyu ısıtır. Taş yatağın altında odun ve kömür le ateş yakılacak ocak vardır. Bu ateş de kazandaki suyu ısıtmak için kullanılır. Bu düzenekle Murad güneş saatlerinden azami ölçüde fayda edilmesini sağlar. Ayrıca, merceği güneşin gün esnasındaki rotasına göre çevirmekten kurtulur. Kazandaki su kaynayıp buharlanmaya başlayınca buhar yukarıya doğru iki dar boru üzerinden tahliye edilir. Dar borularda basınca uğrayan buhar süratlenir ve boruların çıkışında bulunan, davula benzer düzeneğin içine bir değirmenin kanatlarını çevirmeye başlar. Bu değirmen rüzgâr değirmeninden gelen kardan milin üzerine geçirilerek hareketini dinamoya aktarır ve onun elektrik randımanını yükseltir. Değirmenin kanatlarında serinleyen buhar sıvı hale geçerek alt kısımdaki boru ile tahliye edilir. Bu boru ana binanın odalarından geçer ve tekrar kazanın içine akar. Elektrik üretiminin sağladığı sıcak su böylece ana binanın kalorifer ve sıcak su ihtiyacını da giderir.

̶ Dede, nasıl yani? Bu anlattığın enerji ve iletişim düzeninin güncel versiyonu bizim ABD deki her çiftlik ve fabrikalarımızda var. Bu teknolojiyi Murad Ermiş’in keşiflerine mi borçluyuz? Buradaki okullarda bize sadece Amerikan ve İngiliz bilim insanlarının başarıları olarak anlatılıyor. Neden?

̶  Evladım Birinci Dünya Savaşını kazanan uluslar “Osmanlı’nın ve hilafetin belini kırdık” diyerek gururlandılar. Çünkü Osmanlı Anadolu’dan Balkanlara kadar her yeri fethettikten sonra, kafalarına göre istedikleri zaman haçlı seferlerine çıkıp Anadolu’dan geçemez oldular. Sonradan Osmanlı’nın külünden doğan Türkiye Cumhuriyeti’nden savaştan 10 sene sonra teknoloji, bilgi ve onların patentlerini kullanmak için yıllık yüklü para ve altın ödemelerini gururlarına yediremiyorlar.
Daha 1933-1938 döneminde, Türkiye’nin yurt dışı (ihracat) geliri yurtiçi gelirinin 2 katıydı. İthalat diye bir şey yoktu. Türkiye, halkının ihtiyaçlarını tamamen kendi kaynak ve imkânları ile sağlıyordu. Bugüne kadar bu sistem devam ediyor. Ekonomik bilançolar bugün önemini kaybetmiş olsa bile, Türkiye Cumhuriyeti 130 senedir ekonomik dünya lideri. Neyse torunum bu konuları diğer sohbetlerimizde derinleştiririz.
Ama bu konudan evvel sana Murad Ermiş’in Mustafa Kemal Paşa ile ilk karşılaşmasını anlatacağım. Yarın sabah 10:30 da TC – KDV (TC – Kemalist Düşünce Vakfı) iletişim merkezine gel evladım.

Unutmadan şunu da anlatmam lazım: Murad çevresine ve öğrencilerine çok küçük ama küçüklüğüne nispeten bir o kadar tesirli bir detayı daha öğretir. Rahmetli öğretmeni Arif Bey’e atfen, kimsenin ona “öğretmenim” veya “müdürüm” diye hitap etmesine müsaade etmez. Herkes ona “Murad Bey” diye hitap eder ve anar.  Kendisi de herkese Bey ve Hanım ile hitap eder. Bir süre sonra Sivas çevresinde birisi “Murad Bey” diye konuşmaya başlarsa herkes hangi Murad Bey’den bahsedildiğini çok iyi bilir.

Not: Her Şey Bir Büyüteçle Başladı (3) yazımı, yakında Gündem Arşivi’ne aktaracağım.

Nizamettin Karadaş

Not: Her Şey Bir Büyüteçle Başladı (1) yazımı okumak için buradan ulaşabilirsiniz.

Kaynaklar:

[1] Burcu KURT, OSMANLI ZİRAİ MODERNLEŞMESİNE BİR ÖRNEK: İZMİD NUMUNE TARLASI TEŞEBBÜSÜ ,S. 716, 717

[2] https://tr.wikipedia.org/wiki/I._D%C3%BCnya_Sava%C5%9F%C4%B1

[3] Naziye ÖZDEMİR (Ankara Üniversitesi Doktora Öğrencisi) İMPARATORLUKTAN CUMHURİYETE TÜRKİYE’DE ELEKTRİĞİN TARİHSEL GELİŞİMİ (1850-1938) pdf

[4] Naziye ÖZDEMİR (Ankara Üniversitesi Doktora Öğrencisi) İMPARATORLUKTAN CUMHURİYETE TÜRKİYE’DE ELEKTRİĞİN TARİHSEL GELİŞİMİ (1850-1938) pdf

[5] Naziye ÖZDEMİR (Ankara Üniversitesi Doktora Öğrencisi) İMPARATORLUKTAN CUMHURİYETE TÜRKİYE’DE ELEKTRİĞİN TARİHSEL GELİŞİMİ (1850-1938) pdf

[6] Naziye ÖZDEMİR (Ankara Üniversitesi Doktora Öğrencisi) İMPARATORLUKTAN CUMHURİYETE TÜRKİYE’DE ELEKTRİĞİN TARİHSEL GELİŞİMİ (1850-1938) pdf

1964 İstanbul doğumlu. 1972 den bugüne kadar Düsseldorf, Almanya ikametli. Köln Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu, 2 yetişkin kız çocuğu babası. 12 yıl Avukatlıktan sonra mesleğini bırakmış, her konuda meraklı, araştırmacı, analist ve okumasını seven rahat ve huzurlu bir insan.

Siz de fikrinizi söyleyin!