Deneme,  Kitaplar,  Tartışma,  Toplum

Her Düşünceden! Düşünmeyen İnsan

“Bizi düşünmeye alıştırmamışlar. Üstelik de düşünmeyelim diye ellerinden geleni yapmışlar. Allah beterin beterinden saklasın derler, bir de düşünenleri, gelin şuna düşünenleri demeyelim, düşünmeye çabalayanları hep öldürmüşler. İstanbul, bir zamanlar, düşünmeye çalışanlara cehennem olmuş. Düşünmek, tıpatıplaşmanın dışına çıkmak demektir. Düşünmek, kişiliği olmak demektir. Düşünmek, en küçük anlamda, var olmak demektir. Ve insanlar düşünmeyi öğrendikleri zaman, dünyayı tarttıkları, ölçtükleri biçtikleri zaman, birtakım çıkarcıların, insanları yüzyıllardan bu yana köle olarak kullananların, ya bu çeşit, ya da şu çeşit, çanlarına ok tıkandı, demektir.

    Bizim çıkarcılarımız, çok kurnaz davranmışlar. Bilmişler ki, düşünen adam arayan adamdır. Arayan adam birtakım yenilikler bulan adamdır. Donmuş bir durumu parçalayan adamdır. Durumu olduğu gibi tutmak için insanları düşündürmemişler. İşte bizim tarihimiz aşağı yukarı bu.”

demiş Yaşar Kemal; “Zulmün Artsın” kitabının başında.

 

Yıllardır üretimine devam eden çıkarcıların, çıkar fabrikaları; düşünmeyen insan üretmeye devam ediyorlar. Öyle tek tip de değil, her türden, kültürden, inançtan, statüden, ırktan, mezhepten vb. üretiyorlar. Bu şekilde daha çok insana ulaşıp, daha çok kazanıyorlar.

Düşünmeyen demokrat!

Düşünmeyen liberal!

Düşünmeyen komünist!

Düşünmeyen solcu!

Düşünmeyen sağcı!

Düşünmeyen inançlı!

Düşünmeyen inançsız!

Hepimiz, düşünmeyen birer insan..!

 

Her asırda birkaç kişi düşünür, geri kalan herkes düşünülenleri düşünür sadece” diyerek,
geçtiğimiz asırları ve içinde bulunduğumuz asrı bir cümle ile muazzam şekilde, kimsenin inkar edemeyeceği bir biçimde özetlemiş Cemil Meriç…

Tüm toplum, aslında birkaç kişiden biri diyebiliriz! İlk başta doğduğumuz eve, büyüdüğümüz ortama ve yetiştiğimiz çevreye göre şekilleniyor tüm düşünce yapımız. Ailemiz muhafazakar ise muhafazakar. Solcu ise solcu, Müslüman ise Müslüman, Hristiyan ise Hristiyan… Örnekler çoğalır gider.

Başka insanlar, başka çevreler, başka toplumlar, başka kültürler, başka başka düşünceleri gebe bırakır zihnimizde.

Aslında tüm bunlar, her düşünce sahibinin, düşünce kılıfı altında hayatımıza empoze etmeye çalıştığı doğrulardır.

-Başka düşüncenin, başka düşünceleri yok etmeye karşı ispatla yükümlü olduğu, başka seçeneğe ihtimal dahi vermediği, tek doğrunun kendi düşüncesi olduğu, katiyen aksinin mümkün olmadığına inandığı, doğrular.-

Yani bir başkasından düşünce aldım zannedersiniz, aslında o da aynı fabrikadan çıkan (başka düşünmeyen insana inandırılan) bir düşünce modelidir.

Sorgulamadan tabi olduğumuz, hiç bir kuşkuya yer vermeden inandığımız, ama’sına dahi tahammül edemediğimiz, hangi düşünce akımına sahip olursak olalım, aslında hepsi aynı fabrikanın ürünüdür.

Kasa hep kazanır” kuralı gibi…

Kişi aldığı düşünceleri (yani doğruları), kendi düşünme, algılama, irdeleme değirmeninden geçirdiğinde aklına gelen bir takım soruları, düşünce sahiplerine sorar. Umar ki, karşılığında tatmin edici, makul cevaplar alacak. Ama öyle olmaz. Çünkü bilmiyor ki, düşünce sahipleri soruları/sorgulamaları, irdelenip/didiklenmeyi, acaba/belkileri sevmezler. Sorulan her soru, kişiyi hainliğe doğru sürükler. Zamanla ya onlar gibi mutlak inanmayı, kati itaati benimser ya da sorularına devam eder ve nihayetinde aforoz edilir.

Adına düşünce dedikleri şey, sadece kendi doğrularıdır aslında. Çünkü öyle istiyor fabrika sahipleri. Ürünlerimi yani düşüncelerimi sorgulama! sen de benim ürünüm olmayı kabul edeceksin! Bizim uygun gördüğümüz düşünce/doğru ne ise ona inanacak, emirlerimize itaat edeceksin!

Etmiyor musun?

Seni hapse atarım!

Akıllanmaz mısın?

Seni hain ilan ederim!

Geri adım atmaz mısın?

Seni sürgün ederim!

Nitekim de yaparlar. Yaptılar/yapıyorlar.

Her 10-20 senede bir, farklı düşünceden bir kesimi hain ilan edip, hain olduklarına herkese inandırıyorlar. Sonra da mutlak itaat etmezseniz, sonunuz böyle olur mesajını iletiyorlar. Mesaj yerine ulaşıyor ki, toplum üç maymunu oynuyor…

Faşist toplumu işte böyle böyle yaratıyorlar. Herkesin radikal bir şekilde kendi düşüncesini savunmasını sağlıyorlar. Bir de düşüncenin savunucusu, koruyucusu ve kollayıcısı partiler üretiyorlar.

Sonra; “Eğer benim partim olmazsa, sizi yok ederler, yaşama hakkı vermezler” diyorlar. Korkuyoruz! Sonra “partici” olup çıkıyoruz.

Ve her parti gücü eline aldığında diğer düşünceleri yok etmek, sindirmek üzere hareket ediyor. Kendi gibi düşünenleri destekleyip, herkesi kendi gibi düşünmeye zorluyor. Bir takım güce tapan korkaklar hemen o düşünceye geçiyor.

Düşüncesinde sabit kalanlar ise, eziyet üstüne eziyete maruz kalıyor.

Eziyet gördükçe kin doluyor, nefret biriktiriyorlar. Gücün eline geçmesi için fırsat kollayıp, güç eline geçtiği an, kendine yapılanın mislini yapmaktan hicap duymuyor, karşı düşüncelere. Yine güce tapan korkaklar hemen o düşünceye de geçiş yapıyor. Yine düşüncesinde sabit kalanlar ise eziyet üstüne eziyete maruz kalıyor.

Herkesten ayrı düşünen, fabrika sahiplerinin çıkarcı planlarının idrakine varan, hiç bir düşünceye dil-beste olmayan, her düşüncenin birbirine saygılı olmasını isteyen kişiler ise bir türlü kendilerini anlatamıyor, her düşünce insanı tarafından düşman ilan edilip, kimse tarafından kabul görmüyorlar. Gücü eline alan her düşünce öncüsü, önce bu kişilere saldırıyor, onları cezalandırıyor.

Zamanla toplumda, bir avuç herşeyin farkında insan topluluğu kalıyor. Diğerleri; başka düşünceye yaşama hakkı tanımayan, tek doğru benim düşüncem diyen, evlatlarını, öğrencilerini, halkını bu bilinçle yetiştiren, birer kendi düşüncesinin faşisti olup, çıkıyorlar.

“Taraf olmayan bertaraf olur” sloganı, çıkar sahiplerinin en sevdiği slogandır.

Taraf olmayın!

Sorun, ama önceki kalıplanmış soruları değil, yeni yeni sorular, hiç sorulmamış sorular sorun.

Öğrendikleriniz yanlış olabilir, yeniden yeniden öğrenin.

Sevelim birbirimizi. İnsani bir yaşam için gerekli olan tüm kıstaslar için mücadele edelim.

Yoksa küçük parçalara ayrılmış olacağız.

En kolay kaybolan ise küçük parçalardır…

Bir yorum

Siz de fikrinizi söyleyin!