Deneme,  Toplum

Fazla Kesilmiş Vergileri Geri Aldım

1963 yılı Aralık ayının ilk haftasını da geride bırakmıştık. Üniversitede birinci dönem sınavları yapılmıştı. Sonuçlar bir hafta içinde açıklanacak, ayın ortasında üniversite üç haftalık yarı yıl tatil sürecine girecekti. Ben bu üç haftalık süreçte çalışmayı tasarlıyordum.
Alarm saatim her sabah olduğu gibi bu sabah da saat yedide çaldığımda, ilk işim. Londra’da 14 zincir Wimpy lokantalarının Kıbrıslı patronları, Ali-Hasan kardeşlerden Hasan Usta’ya telefon etmek olacaktı.
Banyoda yüzümü yıkarken koridordaki telefon çaldı. Koştum, telefonu kaldırdım.
Fulham Wimpy lokantasından şef (aşçı) Hanefi arıyordu. Bu kadar erken aramasından kaygılandım:
– “Günaydın Hanefi! Böyle erken aradığına göre bir yaramazlık var demektir!”
– “Yok Ağabey, yaramazlık yok! Seninle bugün mutlaka görüşmem gerekiyor! Lokantaya gelebilir misin?”
– “ Hanefi, konu nedir kısaca söyle, beni merakta bırakma!”
– “Ağabey, bu ayın sonuna kadar çalışan herkesin vergi-iade formunu doldurup Vergi Dairesine teslim etmesi gerekiyor. Şimdiye kadar Rifat Bey adlı bir Kıbrıslı geliyor, bu formları bizim için dolduruyordu. Bu kişi bugün yine gelecek, İşte o geldiğinde senin de burada olmanı istiyorum, çok önemli!”
– “Tamam Hanefi. Öğlen Üniversiteden çıkıp önce Vergi Dairesine gider, oradan da senin yanına gelirim. Uygun mu?”
– “Tamam Ağabey, sağ ol. Bekliyorum…”
Hanefi ile konuşmam biter bitmez hemen Hasan Usta’yı aradım. Onu evinden çıkmadan yakalamalıydım. Karşı tarafın telefonu birkaç kez çaldıktan sonra Hasan Usta açtı:
“Hasan Usta, ben Yılmaz. Bir hafta sonra üniversite üç haftalık tatile giriyor. Ben bu süreçte çalışmak istiyorum, sizinle bu konuyu konuşmak istedim…”
– “Aradığın iyi oldu Agam! Ben de seni arayacaktım!”
– “Bugün öğleden sonra Fulham Wimpy’de buluşabilir miyiz?”
– “Öğleden sonra saat dört gibi orada olurum. Bir yere gitme, beni bekle!”
– “Tamam, görüşürüz…”
Hasan Usta neden beni arayacakmış, merak ettim! Neyse, öğleden sonra öğrenecektim…
Saat 13.00’de dersten çıktıktan sonra önce Inland Revenue’ya uğradım, yirmi kadar vergi-iade formunu aldıktan sonra arabamla Fulham’a yollandım.
Fulham Wimpy neredeyse dolmuştu. Tezgâhın arkasında duran Hanefi ile selamlaştım. Hanefi bana, mutfağa yakın bir masada yer ayırmıştı. Yanıma geldi:
– “Ağabey, şimdi müşteri çok, sen çayını iç, işler hafiflediğinde yanına geleceğim” dedi ve hızlıca tezgâhın arkasına yürüdü.
Çayımı yarılamıştım ki, takım elbiseli, kravatlı birisi kapıda belirlenir belirlenmez Hanefi tezgâhın arkasından çıktı, geleni karşıladı ve beraberce benim masama doğru geldiler. Hanefi, yanındaki kişiyi bana tanıttı:
-“ Ağabey, bu arkadaşın adı Rifat Bey. Bizlerin vergi-iade formlarını dolduracak. Senin yanındaki masaya otursun, formlarımızı orada doldursun.”
Rifat Bey’le tokalaştık. Yandaki masaya oturdu. Çantasından formları çıkardı. Hanefi’ye döndü;
– “İlk arkadaş hemen gelsin, vakit harcamayalım!” komutunu verdi,
Hanefi, “olur” deyip yine çabukça tezgâhın arkasındaki yerine doğru yürüdü.
Mutfakta bulaşıkçı olarak görevli Hacı Ömer geldi, başıyla hem beni hem de Rifat Bey’i sessizce selamladı, Rifat Bey’in yanına oturdu.
Rifat Bey, sırayla şu soruları Hacı Ömer’e sordu, aldığı cevapları önündeki forma yazdı: Adın Soyadın, nerede doğdun, hangi tarihte doğdun, ne zaman İngiltere’ye geldin, ne zamandan beri bu işyerinde çalışıyorsun, aldığın haftalık ücret ne kadar?
Sıra, daha ince soru cevaplara geldi geldi:
– “Oturduğun yer kira mı? Ne kadar kira ödüyorsun?”
– “Lokantanın üst katında patronun dairesinde kalıyoruz, kira vermiyoruz.”
– “Yok, öyle yazmayacağız! Kirada kalıyorsun, ayda 40 pound kira ödüyorsun! Anladın mı?”
– “Siz öyle diyorsanız…”
– “Evli misiniz, kaç çocuğunuz var?”
– “Evliyim. Allah bağışlarsa şimdilik bir oğlum var.”
– “Yok, buraya öyle yazmayacağız! Altı çocuğun olduğunu yazacağız. Türk ailelerinin çok çocuklu olduğu burada bilinir. Anladın mı, tamam mı?”
– “Siz nasıl münasip görürseniz…”
– “Eşinden ve çocuklarından başka bakmakla yükümlü olduğun kişiler ver mı? Örneğin, annen, baban, deden, ninen…”
– “Hanıma her ay 50 pound gönderiyorum, onunla idare ediyor. Dedem ile ninem rahmetli oldular. Ana babamın evleri var, biraz da tarlaları var, ekip biçerler. Kimseye muhtaç değiller. Benden de para istemezler…”
– “Yok, buraya öyle yazmayacağız! Eşine her ay 60 pound yolluyorsun, orası tamam… Anne ve babanın kirada oturduklarını, hiç gelirleri olmadıklarını, fakir kişiler olduğunu, senin onlara baktığını, her ay düzenli olarak onlara da 60 pound gönderdiğini yazacağız! Anlaşıldı mı? Tamam mı?”
– “Valla siz nasıl derseniz öyle olsun…”
Lokantada masalar yavaş yavaş boşalmaya başlamıştı. Müşteriler, çalışan kişiler olduğundan yemeğini bitiren fazla oturmuyor, hesabını ödeyip gidiyordu…
Rifat Bey’in Hacı Ömer’e sorduğu sorular tamamlanmıştı. İmzalaması için formu Haccı Ömer’in önüne koydu, kalemini de ona uzattı.
İşte, bu aşamada devreye girdim.
Bir elimle Hacı Ömer’e “Dur!” işareti yaparken diğer elimle de Hanefi’ye yanımıza gelmesi işaretini yaptım.
Hanefi geldi. Hacı Ömer elindeki kalemi masaya bıraktı. Rifat Bey’in şaşkın bakışları altında konuşmaya başladım:
– “Hanefi, verdiği bu hizmet karşılığında Rifat Bey’e ne kadar para ödüyorsunuz?”
– “Ağabey, bu formlar Vergi Dairesine gönderildikten en çok 10-15 gün içinde bize Vergi- iadeleri gelecek. Biz, gelecek olan bu paranın yarısını Rifat Bey’e veririz, anlaşmamız öyle.”
– “Genelde Vergi Dairesinden sizlere ne kadar bir vergi-iadesi gelir?
– “Ağabey, herkesin durumuna göre değişir. Ortalama 100 pound ile 300 pound arasındadır…”
– “Hanefi, dinle! Hacı Ömer formu doldururken gerçek dışı bilgiler verdi! Daha açık söyleyeyim, yalanlar söyledi! Bir çocuğu varken altı çocuğu olduğunu, kira vermediği halde kira verdiğini, ana babasına hiç para göndermediği halde her ay düzenli olarak 60 pound gönderdiği yalanlarını söyledi!”
Benim bu sözlerimden alınan Hacı Ömer, sözümü kesti:
– “Ben söylemedim! Rifat Bey öyle yazılması gerektiğini söyledi, ben de razı oldum. Ben yalancı değilim, yalan söylemem! Tövbe tövbe!”
– “Hacı Ömer, kulağını iyi aç dinle! Doldurulan formda Rifat Bey’in adı yok! İmzayı da sen atacaksın, Rifat Bey değil! Verdiğin bilgilerin doğruluğundan sen sorumlusun, sadece sen! Anladın mı?”
Hacı Ömer’in öfkeden gözleri kan çanağına dönmüştü!
Masadakilerin tek tek yüzlerine bakıp devam ettim:
– “Hepiniz beni şimdi çok dikkatle dinleyiniz! Şimdi anlatacaklarımı tüm arkadaşlarınıza da anlatınız”
Baktım, masadaki üç kişinin de gözleri, kulakları bendeydi. Konuşmamı sürdürdüm:
-“İngiliz Devleti, her kişinin verdiği yazılı ve sözlü ifadeyi doğru kabul eder. Yanı, verilen bilgiler doğru mu yalan mı diye bir araştırma yapmaz! Her kişinin doğru bilgi vereceğine inanır. Ancak, gün gelir, kendisine yazılı veya sözlü olarak verilmiş bir ifadenin doğru olmadığı ortaya çıkarsa, vay o kişinin haline! Kendisini devletin elinden kurtaramaz! Hiç hayal etmediği cezalara çarptırılır! Şimdi İngiliz Devletinin bu tutumunu önümüzdeki konuya uygularsak, bakın neler olur. Devlet, bu formda doldurduğunuz bilgileri doğru kabul edecek, sizden fazla vergi alınmış olduğuna karar verip yüzlerce pound tax-refund, yani vergi- geri ödemesi yapacaktır. Ancak, bir gün, örneğin Hacı Ömer’in yazılı verdiği bilgilerin doğru olmadığı ortaya çıkarsa, İngiliz Devleti vermiş olduğu o paraları Hacı Ömer’in burnundan fitil fitil getirecektir!”
Alnında biriken ter damlacıklarını elini tersiyle silerken Hacı Ömer, titrek sesle sordu:
– “ Peki, verilen bilgilerin yalan olduğunu bir gün nasıl anlayacak?”
– “Hacı Ömer! Herkesi bazı sevmeyenler vardır. Çeşitli nedenlerle tartıştığın, küstürdüğün kişiler olacaktır. İşte bunlardan biri, İngiliz Vergi Dairesi’ne iki satır bir yazı gönderse, ya da gidip sözlü olarak ihbarda bulunsa, yandığın gündür! Ya da, bugün güvendiğin Rifat Bey, senin verdiğin parayı beğenmeyip Vergi Dairesine seni gammazlasa, işin bitik demektir!”
Bu sözlerim üzerine Hacı Ömer, önündeki vergi-iade formunu çekip aldı, parça parça edip Rifat Bey’in suratına fırlattı, arkasına bakmadan mutfağa yöneldi!
Öfkeyle ayağa kalkan Rifat Bey, çantasını aldı, tek bir söz etmeden koşar adımlarla lokantayı terk etti!
Masada, Hanefi ile baş başa kalmıştık. Bundan sonra ne yapılacağını konuştuk.
– “Hanefi, ben yanımda vergi-iade formlarını getirdim. Şimdi bugün, başta sen olmak üzere burada çalışan herkesin vergi-iade formunu ben dolduracağım. Herkes bana doğru bilgi verecek. Ve sen, hemen şimdi başlayarak, telefonla 13 Wimpy Lokantasını tek tek arayacak, durumu kısaca anlatacak ve şunu diyeceksin: ‘Sakın, ne Rifat Bey’e ne de bir başkasına vergi-iade formunu doldurtmayın, kimseye bu iş için para vermeyin! Yılmaz Ağabey her lokantayı tek tek gezecek ve herkesin vergi-iade formunu dosdoğru dolduracak! Karşılığında bir bardak çay ısmarlamanız yetecek!”
Hanefi duygulanmıştı. Beni öven sözler söylemeye başlayınca sözünü kestim:
– “Hanefi, boşa zaman harcamayalım! Hemen şimdi, senden başlayalım ve buradaki arkadaşların vergi-iade formlarını dolduralım!”
Öyle de yaptık. Burada çalışan herkesin formlarını doldurdum.
Hanefi’ye, geri kalan 13 Wimpy lokantasını tek tek önümüzdeki 3-4 gün içinde gezeceğimi ve orada çalışan herkesin vergi-iade formlarını dolduracağımı söyledim. Her sabah telefonla konuşacak ve o gün hangi lokantalara gideceğimi Hanefi’ye söyleyecek o da lokantalara telefon ederek benim gideceğimi bildirecekti.
Her şey planladığımız gibi gerçekleşti.
Toplam 14 Wimpy lokantasında çalışan yaklaşık 60 kişinin vergi-iade formlarını doldurdum.
Yaklaşık 10 gün sonra bu kişilere vergi-iadeleri ödendi…

Yılmaz Dikbaş
8 Şubat 2021, Pazartesi
0532 233 31 52

NOT: Bazı okurlarım sorabilir: Hasan Usta ile görüşecektin, ne oldu? O görüşmeden ne çıktı?
Hasan Usta ile görüştüm. Önemli sonuçlar çıktı. Ayrıntılar bir dahaki yazımda…

Siz de fikrinizi söyleyin!