Deneme,  Edebiyat,  Güncel - Aktüalite,  Kategorisiz,  Sosyoloji,  Toplum

Eski Yılı Uğurlarken

Yeni bir yıla girmeye hazırlanıyoruz. İçimizde umutlar var geleceğe dair. Arkamızda bıraktıklarımız; kimi zaman mutluluk veren anılar, kimi zaman da unutmak istediklerimiz.

Her sabah uyanınca ilk işim radyomu açmak olur. O da eşimin hediyesi, anısı var. Dinlediğim şarkılar, türküler eşlik eder günlük yaşantıma. Bazen sadece evdeki bir sestir yalnızlığıma ortak. Geçmişe götürür, düşündürür, duygulandırır, umutlandırır, kederlendirir.

Bugüne, “İstanbul Sokakları” ile başladım. Ne de çok severim. İstanbul’la ilgili anısı olmayan var mıdır? Bugün ona ihanet edenlerin, elinde ne hale geldi değil mi? Bir de kanal ile ciğerlerini iyice deşmek istiyorlar.

Zülfü Livaneli’den “Sevda Değil”, ”Bir sabahtan bir sabaha, bir akşamdan bir akşama, merhaba demeden daha, bu gitmeler gitme değil…” de ne? Annemi yazlıkta bırakıp da Adana’ya geldiğimde, ertesi sabah onun ölüm haberini alacağımı bilmiyordum. Çok erken bir ayrılık… Vedalaşamamanın acısı hep içimde. Bu türkü hep annemi hatırlatıyor.

Derken, “Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz.” 1980 dönemi öncesi ve sonrası üniversite yılları, öğrenci olayların yoğun olduğu dönemde, okuma mücadelesi gurbette. Apolitik başladığım okulumu, faşist baskıları birebir yaşamamız, okuduklarım ve arkadaşlarımın da etkisi ile sol tarafta tamamlıyorum. Hep bu yüzdendir kalbimizin soldan atması, hep ezilenin yanında olmak istememiz…

“Benzemez Kimse Sana.” Hayatımıza ne çok insan girip çıkıyor. Yola beraber başladıklarımız, ailemiz, kardeşlerimiz var. Sonra, tüm yol boyunca ara ara bize eşlik edenler. Yanımızdan hiç ayırmak istemeyeceklerimiz. Bazen bile isteye yolda bırakılanlar. İz bırakanlar, adını bile anmadıklarımız. Hepsi birbirinden çok farklı. Kimse kimseye benzemek zorunda da değil.

“Beni Kör Kıyılarda Merdivensiz Bıraktın.” diyor, Timur Selçuk. Çaresizlik, ne zor şey değil mi dostlar. Hepimiz zaman zaman bu duyguyu hissetmişizdir. Bazen kişisel olarak yaşadıklarımız, bazen memleket meseleleri… En derin kuyularda iken, uzanacak bir el beklerken, çıka gelir umut. Her şeysiz yaşanır da umutsuz olmaz.

“Yarim İstanbul’u Mesken Mi Tuttun?” diye ağıt yakmış kadıncağız, bir Kayseri türküsünde. Çalışmak için yerini yurdunu terk edip, gurbete gidenler ve geride kalanlar… Neler yaşandı ve yaşanmakta hâlâ. Acılar, ihanetler, bekleyişler, dönemeyişler… Keşke canım yurdumda ekmek aslanın ağzında olmasa, herkes olduğu veya mutlu olduğu yerde, iş imkanı bulsa. ‘Ah o ayrılığın gözü kör olsun’ demek zorunda kalmasa.

İşte, Neşet Ertaş’dan “Yalan Dünya”yı dinliyorum. Ne de güzel söylüyor. “Hep sen mi aldandın, hep sen mi yandın. Ben de gülemedim yalan dünyada…” Kimimizi ağlatırken kimimizi güldürüyor, maalesef. Her şey insanlar için. Devran hep aynı dönmüyor. Yaşadıklarımızdan süzdüklerimiz bizi biz yapıyor. Tüm tortulardan geriye yalnızca ‘iyi insan’ kalıyorsa ne mutlu bize.

Canım Âşık Veysel, “iki kapılı bir handa, yürüyorum gündüz gece” derken, tüm hayatı özetlemiş. Bir handa yol alırken, tüm misafir olduklarımız ve bize misafir olanlar. Acısıyla tatlısıyla gördüklerimiz, hissettiklerimiz. Hepsi geçiyor da kimisi delip geçiyor, kimisi kuş gibi bizi kanatlandırıyor. İnsanlık halleri işte.

Müzik ruhun gıdası diyorlar ya, sanki bizler başka türlü dinliyoruz dostlar. Her şeyimize ortak şarkılar, türküler ya da biz onların içine giriyor, sanki bizim için söylenmişçesine hayatımızla özdeşleştiriyoruz.

Yeni yıla girerken en çok “Güzel Günler Göreceğiz Çocuklar” şarkısını dinlemek istiyorum. Aydınlık bir gelecek olsun, istiyorum. Kötülükler yok olsun, çocuklar hep gülsün ve Nâzım’ın dediği gibi “şeker de yiyebilsinler,” istiyorum…

Siz de fikrinizi söyleyin!