Biyografi,  Deneme,  Edebiyat,  Felsefe,  Siyaset,  Tartışma,  Toplum

Diyojen’in Arayışları

Diyojen, Atina sokaklarında ve pazar yerinde (Agora) insanların yüzüne gündüz vakti fener tutarak dürüst bir insan aradığını söylemesi ile tanınan ve Platon’un “Sokrates’in çıldırmış hali olarak” tanımladığı Yunanlı bir düşünürdür. Diogenes’in uzun yıllar yaşadığı ve doksanlı yaşlarını gördüğü düşünülmektedir. Ancak, Diogenes’in ölümünün nedenine ilişkin, diğer birçok konuda olduğu gibi farklı görüşler vardır. Muhtemel ölüm nedenlerinden birisi kendi isteğiyle nefesini tutup hayatına son vermesidir. Diğer bir yorum ise yaşam tarzına uygun olarak, Diogenes’in (Diyojen) ahtapotu en doğal şekliyle pişirmeden yemesi üzerine zehirlenip öldüğüdür.

Anlatıldığına göre, dostları arasında onu kim gömecek diye kavga çıktı; hatta yumruk yumruğa geldiler. Çocukların babalarıyla yetkililer yetişip Diyojen’i Isthmos yoluna açılan kapının yanına gömdüler. Başına bir sütun diktiler, üstüne de Paros mermerinden bir köpek yerleştirdiler. Ardından yurttaşları onu tunç heykellerle onurlandırdılar ve şöyle yazdılar:

“Zamanla tunç da eskir, ama senin şanın sonsuza kadar bozulmadan kalacak,
Diogenes (Diyojen)
Çünkü kendine yeterek yaşamayı, ölümlülere bir tek sen öğrettin ve kolay yaşam yolunu gösterdin.”

Diyojen her yönü ile çok farklı bir filozoftu. O köpekleri ile bir fıçıda yaşamayı kabul etmişti. Birçok kez fıçıda mastürbasyon yaparken görenler olmuştu.
Arayışları meşhurdur;

“Büyük İskender, Diyojen’i birbiri üstüne yığılmış insan kemikleri içinden bir şey ararken görür ve ne yaptığını sorar. Diyojen, “Babanızın kemiklerini arıyorum, ama hangisinin kölelere hangisinin babanıza ait olduğunu kestiremiyorum.” der.”

Elinde fenerle gündüz vakti insan arayan bir filozoftu.

Bir gün Büyük İskender Diyojen’in yanına gelerek;
“-Görmüyor musun, insanlar ben geliyorum diye yerlere kapanıyorlar. Sen yoksa beni tanımıyor musun?” der.

Diyojen;
“-Tanıyorum. İyi tanıyorum ve sizi de çok iyi biliyorum.” diye cevap verir.

Büyük İskender;
“-O halde söyle bakalım, ben kimim?”

Diyojen;
“-Sen benim esirimin, esirisin!.”

Büyük İskender bu söz karşısında sarsılır. Atından inerek;
“-Bu da ne demek?” der.

Diyojen;
“-Sen toprak için, zenginlik için insanları öldürüyorsun. Halbuki bunlar benim değer vermediğim şeyler, hepsi benim esirim. Dünya benim esirim, kölem. Sende benim köleme köle olmuşsun. Peki kim ayağa kalkacak?”

Büyük İskender bu sözlerin üzerine bir karşılık vermez. Diyojen’in büyük bir filozof olduğunu anlar ve ona;
“-Dile benden ne dilersen!” der.

Diyojen Büyük İskender’in bu sözüne karşılık,
“-Gölge etme, başka ihsan istemem!” cevabını verir.

Her hareketi ile farklı olan filozof, bir gün giyim kuşamı gösterişli bir adamla dar bir köprüde karşılaşınca, adam Diyojen’e:
Ben senin gibi bir ucubeye yol vermem der, Diyojen adama:
Ben veririm buyur geç der.
O Aristo’nun çağdaşıydı ve o Aristo’ya benim olduğum kadar karşıydı, o nedenle Diyojen ile belli bir dostluğum vardır.
Aristo insanı tüyleri olmayan ve iki ayak üzerinde yürüyen bir hayvan olarak tanımlamıştır. Diyojen ne yapmıştır? Bir hayvan yakalamıştır; iki ayağıyla yürüyen, ama tüyleri de olup uçabilen pek çok hayvan vardır. Diyojen bir tavus kuşu yakaladı, tüm tüylerini yoldu ve tavus kuşunu Aristo’ya, “Lütfen bir insanoğlunun armağanını kabul et.” yazan mesajla birlikte gönderdi.
Diyojen çıplak yaşamıştır çünkü O, “İnsan çıplak doğar ve giysiler tarafından korunduğu için zayıf düşer.” demiştir. Tüm dünyadaki hiçbir hayvanın giysisi yoktur; İngiltere’deki birkaç köpek dışında. İngiltere gizemli bir ülkedir. Köpeklerin elbiseleri vardır çünkü çıplak bir köpek Hıristiyanlığa uygun değildir. Victoria İngiltere’sinde sandalye bacaklarının bile kumaşlarla kaplandığını (çünkü onlar bacaktır ve çıplak bacaklara bakmak centilmence bir şey değildir) öğrenmek seni şaşırtacaktır.
Diyojen çıplak yaşadı. O güçlü bir adamdı. İnsanları kaçırıp onları pazarda köle olarak satan dört kişi, “Bu büyük bir balık, bu adam bize çok iyi para kazandırabilir. Pek çok köle sattık ama hiçbirisi bu kadar güçlü, bu kadar güzel, bu kadar genç değildi. İstediğimiz kadar yüksek meblağ talep edebiliriz. Ve biz pazarda bu adamı tezgâha koyduğumuz anda müthiş bir çekişme olacaktır. Ancak, dört kişi onu yakalamak için yeterli değil. Tek başına hepimizi öldürebilir.” diye aralarında konuştular.
Diyojen kendisi hakkında söylediklerini duydu. O nehrin kıyısında, bir ağacın altında serin esintinin tadını çıkararak oturuyordu ve ağacın arkasında şu dördü ne yapacaklarını planlıyordu. “Endişelenmeyin. Gelin buraya! Sizi öldüreceğim için endişelenmenize gerek yok, ben asla bir şeyi öldürmem. Ve savaşacağım, direneceğim konusunda da endişe duymanıza gerek yok, hayır! Ben kimseyle dövüşmem, ben hiçbir şeye direnmem. Beni köle olarak mı satmak istiyorsunuz?” dedi onlara. Utanarak, korkarak bu dört kişi dedi ki: “Düşündüğümüz şey buydu. Biz yoksuluz… Eğer isterseniz?”
“Elbette isterim. Bir şekilde yoksulluğunuzu giderebilirsem, bu çok güzel olur.”
Onlar da zincirleri çıkardı. “Onları nehre atın; beni zincirlemenize gerek yok. Sizin önünüzden yürüyeceğim. Hiçbir şeyden kaçmaya inanmıyorum. Aslında satılmaktan, yüksek bir platformda durup ve yüzlerce insanın beni elde etmeye çalışması fikrinden heyecan duyuyorum. Bu açık artırma beni heyecanlandırıyor; geliyorum!” dedi.
Şu dört adam biraz daha korkmuştu: bu adam sadece güçlü ve güzel değil, biraz da kaçık gibi görünüyordu; tehlikeli olabilirdi. Ancak artık onlar için kaçış yolu yoktu. “Eğer kaçmaya çalışırsanız, kendi hayatınızı riske sokarsınız. Siz dördünüz beni izleyin sadece. Pazarda beni tezgâha koyun.” dedi.
İstemeden onu takip ettiler. Onlar onu almak istemişti, ama o onların önünden gidiyordu! Olayın özünü anlayabiliyor musun? Böylesi bir durumda dahi sorumluluğu üzerine alıyor. Bir insanın başına gelebilecek en çirkin şey olan, pazarlık edilip bir mal gibi satılabilmesi için insanların onun üzerine komplo kurduğu böylesi bir durumda bile o özgür bir adamdır.
Ama o bu insanlara, “Korkmayın ve kaçmaya da çalışmayın. Bana çok iyi bir fikir verdiniz, size minnettarım. Bu benim sorumluluğum, pazara gidiyorum. Beni açık artırmaya çıkarın.” dedi. “Bu nasıl bir adam?” diye merak ettiler. Ancak, şu andan sonra bir çıkış yolu yoktu, o nedenle onu izlediler. Ve onu herkesin görebileceği yüksek bir tezgâhın üzerine koyduklarında, neredeyse sessizlik kaplamıştı her yanı, neredeyse çıt çıkmıyordu. İnsanlar hiç bu kadar orantılı bir beden görmemişti, o kadar güzeldi ki; sanki çelikten yapılmıştı, çok güçlüydü.
Açık artırmacı herhangi bir şey söylemeden önce Diyojen, “Herkes beni dinlesin! Burada herhangi bir köleye satılacak bir efendi var, çünkü bu dört insanın paraya ihtiyacı var. O yüzden pazarlık başlasın; ancak unutmayın bir efendi satın alıyorsunuz.” diye duyurdu.
Onu bir kral satın aldı. O elbette bunu yapabilirdi; açık artırmada giderek daha da çok para önerdi. Pek çok insan ilgilenmişti ama, sonuçta daha önceden duyulmamış bir miktarda para bu dört kişiye verildi. Diyojen onlara, “Şimdi mutlu musunuz? Şimdi gidebilirsiniz ve ben bu köleyle birlikte gideceğim.” dedi.
Saraya giden yolda kralın arabasının üzerinde giderken kral, Diyojen’e,“Sen delirdin mi ne oldu? Kendini bir efendi mi zannediyorsun? Ben bir kralım ve sen benim bir köle olduğumu mu düşünüyorsun?” diye sordu.
“Evet ve ben deli değilim, ama sen delisin. Bunu hemen kanıtlayabilirim.” dedi. Arabanın arkasında kraliçe vardı. Diyojen, “Kraliçen şimdiden benimle ilgilenmeye başladı, onun seninle işi bitti. Bir efendiyi satın almak tehlikelidir.” dedi. Kral şok olmuştu. Elbette Diyojen ile kıyaslandığında o bir hiçti. Kılıcını çıkardı ve kraliçeye sordu: “Söylediği şey doğru mu? Eğer hakikati söylersen hayatın kurtulur buna söz veriyorum. Fakat, şayet hakikati söylemezsen ve ben bunu sonradan öğrenirsem başını koparırım.”
Dehşet içinde, korkarak, donmuş bir halde kraliçe, “Bu doğru onun yanında sen bir hiçsin. Büyülendim, cazibesine kapıldım; bu adamda büyülü bir şey var. Onunla kıyaslandığında sen sadece zavallı bir adamsın. Hakikat bu.” dedi.
Elbette kral arabayı durdurdu ve Diyojen’e, “Arabadan in. Seni serbest bırakıyorum; sarayımda böyle bir riski göze almak istemiyorum.” dedi.
“Teşekkür ederim. Tüm sorumluluğu üzerime aldığım basit gerçeği yüzünden ben bir köle haline getirilemem. Şu dört adamı suçluluk hisseder durumda bırakmadım; beni onlar buraya getirmedi, ben kendi kendime geldim. Onlar bana minnet duyuyor olmalı. Ve bu senin araban eğer benim inmemi istiyorsan bu son derece iyi bir şey. Ben arabalara alışkın değilim, benim bacaklarım yeterince güçlü. Ben çıplak bir adamım, altından bir araba bana uymaz.” dedi.

Sorumluluğu al! Ve çok büyük bir yoksulluk içinde acı çekerek bir hapishanede tutuklu bile olsan, tamamıyla kendi efendin olarak kalacaksın. Sorumlulukla birlikte gelen özgürlüğe sahip olacaksın.

Senin tüm dinlerin seni Tanrı’ya, kadere, alın yazısına bağımlı kılıyor. Bunların hepsi var olmayan bir şey için farklı isimlerdir. Hakiki olan şey senin esaretin ya da senin özgürlüğündür. Birini seç. Eğer özgürlüğü seçersen, o zaman diğerlerinin seni bir köle yapma stratejilerinin hepsini yok etmek zorunda kalacaksın. Benim burada yapmaya çalıştığım şey budur: Tüm zincirlerini kırıp seni her şeyden özgürleştirerek bu sayede kendin olabilmendir. Ve kendin olduğun an gelişmeye başlarsın, daha çok yeşerirsin. Çiçekler açmaya başlar ve çevrende muhteşem kokular oluşur.

Siz de fikrinizi söyleyin!