Bilim,  Bilim ve Teknik,  Fizik,  Toplum

Bizler, Atomlardan Mı Oluştuk?

İlk olarak felsefe tarihinden başlayıp, bilim felsefesi ve şimdiki bilime kadar atomlar hep gizemini korumuş mikro topçuklar olup insanları kendine karşı büyülemiştir.

Bazı bilim adamları bunun çıtasını yüksek tutmuşlar. Örnek vermek gerekirse, California Teknoloji Enstitüsü’nün büyük fizikçisi Richard Feynman bir kitabında altını çizdiğim bir sözü şudur. ”Her şey atomlardan meydana gelmiştir.”

Tabi, Richard’ın söylediği şeyde haksız sayılmaz.

Zaten, fiziğin gelişimi ile evrende statik bir şeyin olmadığını belirtiler. Çünkü, evren maddeden meydana geliyor. Bunun neticesinde maddenin özü atomlar olduğuna göre ve elektronların hareketlerinden dolayı madde sürekli bir hareket içindedir.

Atom fikri, zaten yeni bir terim değildi. Çünkü, eski yunan filozofları ya da düşünürleri bunu geliştirmişlerdi.

Bilindiği gibi atomların en temel birimi moleküllerdir. Bu moleküller, birden çok atomun belli bağlar ile birbirine bağlanmasıdır.

Şimdi atomlara dikkat edecek olursak, periyodik tabloda elementin kimliği proton sayılarıdır. Eğer ki proton sayısı bir artarsa, yeni  bir element meydana getiriyor.

Bilimsel olarak işin bu kadarıyla yetinelim mi, yoksa buna karşı beyin jimnastiği yapalım mı?

Ben sorgulama taraftarıyım onun için sormak gerekir.

Elementler şu an tahmin olarak 118 adet element bulunmuştur. Peki soralım;

Proton sayısını artışı ile yeni bir element meydana geliyorsa, bu elementler neden sürekli bir proton artışına girmediler ?

Şimdi, içinizden bazıları soracaktır. Madde de bilinç yok ki kendine bu kararı versin.

Bende şunu derim, peki proton sayısını arttırırken bilinç yine yok ise nasıl bunu yapmıştır?

Ya da başka bir şekilde soralım madde sonsuz proton sayı artışına girebilirken niçin kendini sınırladı?

Maddenin bilinçsiz olması nasıl oluyor da elementleri meydana getirme misyonunu kendine yükledi?

Bu soruları arttırabilirim elbet, ama konumuz bu değil yine de aklımızın bir köşesinde bulunması gereken üstüne sorgulanması gereken sorulardır.

Atomların küçük yapıda olduğunu ve bölünmeyeceğini dile getiren sağlam yapılar olduğunu dile getiren zor şartlarda eğitim almış, İngiliz bilim adamı Dalton olmuştur.

Peki, atom ağırlığını nasıl belirtiyordu?

En hafif elementin hidrojen olduğunu bilen Dalton, hidrojen atom ağırlığına bir veriyordu. İki atomlu olan helyum elementine iki atom ağırlığını veriyordu.

Tabi şu an ki kimya yasaları bunları doğrulamaz, kuantum fiziği atom altı parçacıkları keşfedince maddenin en küçük yapı biriminin atom olamadığını ıspatladılar. Hatta şu an atomun, o kadar derinliklerine girmişler ki, artık teoriler ile ilerlemeye çalışıyorlar. Çünkü en küçük şey her neyse, onun en küçüğünden sonrası hiçliktir.

Bir atoma kimyasal kimliğini proton sayısı verir. Proton sayısını her artırdığınızda yeni bir element elde edersiniz. Nötronlar bir atomun  kimliğini etkilemez, ama kütlesine katkıda bulunur. Atoma bir iki nötron eklerseniz, bir izotopunuz olur. Nötronlar ve protonlar atomun  çekirdeğini işgal eder. Bir atom katedral büyüklüğüne genişletilecek olsaydı, şu an bizim için çok küçük olan organizmaların hacmi kadar olurdu.

Şimdi geldik 20. yüzyılın gelişmelerine, bu yüzyılda fizikçiler elektronların yörüngede dolanan gezegenler gibi olmadıklarını anlayacaklar.

Yeni kurama göre yörüngeler arasında hareket eden elektron yörüngelerin birinde ortadan kaybolur, aradaki boşluğa değmeden diğer yörüngede ortaya çıkardı. Bu kuram hepimizin bildiği kuantum sıçramasıydı, bu fikri beyan eden Bohr, 1922 yılında ona fizik Nobel ödülünü kazandırdı.

Atom bombasının yapımı için nötronlar önemli yere sahipti, çünkü  nötronlar fisyon yani, nükleer bölünme olarak bilinen yıkıcı sürecin gizemiydi.

Tam dört sene sonra yani 1926 yılında Heisenberg denilen bilim adamı, kuantum mekaniği diye yeni bir disiplin geliştirdi.

Heisenberg, bilindiği üzere belirsizlik kanununun babasıydı. Bunun anlamı şuydu, bir elektronun belli bir anda zamansal olarak nerede olacağının bilinemeyeceğidir.

Tabi bazı bilim adamları buna yönelik bazı çıkışları oldu. Çünkü, bu yeni şeye karşı onları zorlu bir süreç bekliyordu. Örneğin James Trafil adında bir bilim adamı “beyin kapasitemizin anlamaya yetmeyeceğini  bir evren“ alanı ile karşılaşıyorlardı.  Bir diğer namı Feynman’da benzer şeyler söylüyordu.

Kuantum kuramına göre, parçacıkların spin diye bir özellikleri vardı. Bu özellik şuydu, bir parçacığın spinini belirlediğimizde kardeş spin aynı hızda ama ters yönde hareket etmeye başlayacaktı. Bu bir teoriydi, ta ki 1997 yılında cenevrede fizikçiler zıt yönlerde yaklaşık olarak 11 km uzaklığı fotonlar göndermeleri ve birine müdahale edince diğerinde anında bir tepki meydana getirdiğini kanıtlamış oldular.

Not: Atom teorilerini merak ederseniz, ayrıntılı bilgi aktarımları için önceki yazımın kısa bağlantısını ekliyorum.

http://xn--gndemarivi-9db80j.com/atomlarin-yapisi-surecleri-ve-kuantum-atom-teorisi/m.

Siz de fikrinizi söyleyin!