Çocuk Gündemi,  Deneme,  Ebeveyn,  Edebiyat,  Tartışma,  Toplum

Bizim Eşekler

Birisi eşek dese alınır kavga eder de insan, kendi kendini eşek yerine korken öğünür. Köpek denmesine bozulur hır çıkarır, sonrasında da “Köpekler gibi pişmanım!” demekten geri durmaz! Domuz gibi dendiğinde dininden çıkmış sayar kendini; “Büyük olmaktansa dağda domuz olmak daha evlâdır” derken kendi kendinin gururunu okşar.

İnsanlar kendi kendilerini bazı hayvanların yerine kor, ama başkaları tarafından hayvan olarak nitelenmeyi ‘hakaret’ kabul eder. Bu tür benzetmeler, köy yerlerinde daha çoktur. Hatta çoğu zaman adlarını bastıran ‘lakap’ lar olarak, ölümünden sonra da kullanılır. Bunun en büyük nedeni, köylülerin hayvanlarla iç içe yaşamalarından kaynaklanıyor olması. Onların huyunu, suyunu ve tüm özelliklerini ezberlemişlerdir.

Çocukluğumda evimizin altı ahırdı. Bir çift sarı öküzümüz, ahırın başköşesine bağlanır; eşek kapı girişinde yerini alırdı. Yemlenmede de öncelik sırası öküzlerindi. İnekler ve danalar kendilerine aralarda yer bulurdu. Samanın en kalını, daha doğrusu öküzler ve ineklerin yemediği eşeğe kalırdı. Bu yüzden bazen öküz ve inekleri, evimize gelen konuklara benzetirdim.

Konuklar bizleri kedi yavrusu gibi seviyor, aile büyükleri öküzlerden artanı eşeğe verdikleri gibi konuklardan artanları da biz çocuklara veriyorlardı. Konuk yanında kedi ve eşek gibi değer görürken aynı zamanda güvercin gibi haberler taşıyor, sincaplar gibi dallara tırmanıyor, kurbağalar gibi köy içinde akan çaya atlıyorduk. Tek bir hayvana benzetilmeyişimiz, yaşamımızı renkli ve heyecanlı kılıyordu. Köyün vazgeçilmezi olan hayvanlar, köyün bireyleri gibiydi adeta. Köyden birinin öküzü, atı, koyunu, kuzusu hastalansa haberi olan diğer köylüler hemen yardımına koşardı. Aramızdan çekip gitmiş hayvanların mezarlıklarda yeri olmasa da, yıllar sonrası anıldığı olurdu. Bizim ala köpek, topal eşek, sarı öküzler… Amcamların al at. Tevfik dayının düvene, öküz yanında koştuğu eşeği unutulacak gibi değillerdi…

Rençperlik yapan köylünün kapısında, bir çift at ya da öküz bulunması zorunluydu. Çifte giden köylünün kapısındaki koşumu öküz ise, eşeği de mutlaka olurdu. Tarlaya tohum taşımak, bağ bahçeden sebze, ormandan odun taşımak eşeğe düşerdi. Biz çocuklar, eşekten çok eşeğin sıpasını severdik. Doğumun ilk günlerinde, dik dursun diye kulakları birbirine dikilir; ayakları yürümesini engellemeyecek şekilde özenle bağlanırdı. Sıpanın ürkek dolaşması, çocuklardan acemice kaçışı bizi eğlendirirdi.

Bir gün köye “motor geldi” dediler. Köyün büyüğü küçüğü, traktör sahibinin harman yerine toplandı. Motor dedikleri, kırmızı renkte Massey Ferguson marka, 135 lik bir traktördü. Traktörü alan köylü, motorun işlevini anlatmakla bitiremiyordu. Bunu almak için bir çift at, iki inek ve o yılki tüm ürününü sattığı gibi, üste de borçlanmış; ama “değdi doğrusu!” diye böbürlenip duruyordu.

O günden sonra köye peş peşe birkaç traktör daha geldi. Her traktör gelişinde köyde atlar, öküzler ve inekler eksildi… Önceleri, eşekler bu işten pek etkilenmediler. Hatta rahat bir nefes bile aldıklarını söyleyebilirim. Atlar ve öküzlerin yiyecekleri de, ineklerle eşeklere kaldı. Tarlalara, bağa bahçeye traktörle giden köylü, yük taşıma işini de traktörle yapınca, eşekler ‘gizli işsiz’ durumuna düştü. Oysa traktörden önce eşeğin ne çok işi vardı. Odun, tohum taşıması yetmiyormuş gibi bir de düvene, sabana bile koşulmuştu.

Köy çeşmesinde sulanmaya gelen öküz böğürtüleri, at kişnemeleri yerini traktörlerin motor seslerine bıraktı. Tarlalardan at ve öküzler çekilince, tarlalar daha bir derinden sürüldü. Toprağa saçılan ürünlerde değişirken, hayvan kemresi, yerini beyaz gübreye bıraktı. Tarlalarda ki yabani otlar çoğaldığında, elle yolunurdu; sonra ilaçla yok edilir oldu. Orak ve tırpanla biçilen arpa buğday, döver biçerlerle dövülüp biçilirken, geride kalan anızlarının arasında ot bile yoktu. Tek tük otlar ise, anızların boyuna yetişemediğinden, koyun ve kuzuların anızı yüksek tarlalarda barınabilmesi zorlaştı.

İnsanlar, ‘her var oluşun bir yok oluşa’ yol açtığının farkında olmadı; ya da işin kolayına kaçtılar. Elle yolunacak yaban otları, birkaç avuç ilaçla zahmetsizce yok oluyordu. Önce öküz ve atlar, pazarlara çekildi! Böylelikle köylü, masraf nedeni olan fazla boğazlardan kurtulmuştu. Önceleri artık samanlarla karnını doyuran eşekler, nihayet taze samana kavuşmuşlardı.

Traktörün, atın saltanatını yıkmasından sonra, kendini ‘at’ın varisi sayan eşeğin bu saltanatı uzun sürmedi.
Çok geçmeden o da pazarın yolunu tuttu!

Eşek, öküzler, inekler ve danalarla birlikte bir aile olduğunu anladı anlamasına ya, aileden kimse kalmamıştı. Üstelik aile bireyleri yuvadan ayrılırken o “Yerim genişliyor” diye gidenlerin ardından gülüp oynamıştı.

İnsanların birbirlerini hayvanlara benzetişleri geldi de aklıma!

Muhsin Salman, Berfin Bahar Dergisi Kasım 2009

Bir yorum

  • Hayati sarnık

    Muhsin bey; yazdığınız yazıyı çok beğendim. İnsan rahat etmek için geleceğini daha da zora soktuğunu anlayamıyor. Tarlada motor bozuldu! Başka motor yoksa çekmeğe, birde hayvanları sattıysanız yandınız. Tamirci yapana kadar bekle. Hayvanın kıymeti ortaya çıkar. İnsan bazen hayvanlarla sohbet eder sıkıntıdan. Motorla sohbet..Tarlasının suni gübre ile zehirlendiğini yıllar sonra anlar. Halbuki hayvanlar bedava organik gğbrede verir. Şehre gitmek isteyince, hayvan biraz samanla götürüp getirir. Motor mazot, yağ ,lastik ister. Karakaçan gıslaved lastik pabuç bile istemez. Medeniyet ve rahatlık diye her adımda doğayı ve kendi hayatımızla diğer canlılarıda yok ettiğimizi anladığımızda yolun sonuna geldiğimizi anlıyoruz. Saygılar.

Siz de fikrinizi söyleyin!