Biyografi,  Edebiyat,  Güncel - Aktüalite,  Kitaplar,  Toplum

Bir Sabahattin Ali Yalnızlığı

”Kalabalık beni sahiden sıktı. Ben iki de bir de böyle oluyorum. Bazen bütün insanları boyunlarına sarılıp öpecek kadar seviyorum, bazen de hiçbirinin yüzünü görmek istemiyorum. Bu nefret filan değil.. İnsanlardan nefret etmeyi düşünmedim bile. Sadece bir yalnızlık ihtiyacı. Öyle günlerim oluyor ki etrafımdan küçük bir hareket, en hafif bir ses bile istemiyorum. Fakat sonra birdenbire etrafımda bana yakın birilerini arıyorum. Bütün bu beynimde geçenleri teker teker, uzun uzun anlatacak birini. O zaman nasıl hazin bir hal aldığımı tasvir edemezsiniz. Kış günü sokağa atılmış bir kedi gibi kendimi zavallı hissediyorum…”

Yüreklerimizde ki yangını alevlendiren satırların, şiirlerin, romanların ve öykülerin zihin dünyamızda  yaktığı ateşin yanık kokusu burnumuzda değil mi hala?!.

Yalnızlığımızın sesi;

Sabahattin Ali (1907-1948).

”Doğrusu, dünyada rahat yaşamak için aptal olmak lazım. Fakat aptal olmaktansa biraz daha rahatsız yaşamak daha iyidir bence… Bilmem sen ne dersin…”

Yalnızlık huzursuzluğunu belki de severek kucaklıyordu.

Bütün eserlerinde kendi hayatını ve deneyimlerini yansıttığı için mi; bize bu kadar yakın ve sıcaktı duruşu?..

Evet belki diyeceksiniz ki  melankolikti kimi zaman karamsar kimi dönemleri ise bilinmemekte, çalkantılı zamanlar da yaşadı, inişli çıkışlı hayatı da vardı… Lakin, hepsinde sebatli, güçlü ve her zaman her şeye rağmen toplumdan umudunu kesmeyen toplumcu bir birey vardı.

İnsandan umut kesilmezdi muhakkak; şiirden  romanlarına doğru yol alışının sebebi toplum olmalıydı. O, topluma ayna tutarak uyandırıyordu sanki. Yusuf olduk misal, köyden kaçtık ya da kaçmalıydık…

Toplumda yalnızlığın sesini yalnız, yalnız olan bir ses duyurabilirdi. Toplumdaki gerçekliği en iyi yansıtan karakterlerden biriydi Kuyucaklı Yusuf. Kaleminde çok doğal ve çok gerçekçi olması, toplumumuzu onun gözünden okurken kendimizce çıkarımlarımız da farklı tecrübeler oluşturuyordu.

Tasvirlerini güçlü psikolojik anlatımıyla resmediyordu, hepimizin yalnızlığını modelleme başarısı belki bu detayda yer alıyor. Karakterlerinin İç sesleri bizim iç seslerimiz oluveriyordu.

İçimizdeki Şeytan romanındaki Ömer ile insani durumları resmedişi; Ömer doğru bildiğini savunmaktan korkan bir aydın olurken, kararsızlığını, kendiyle çatışmalarını, kendini bulma sürecindeki iç çatışmalarını… Kendimizce irdeleyip Ömer de olduk. Yaşanmışlıklarımızla, aynı yollardan çoğumuz geçmiştik.

Kırk bir yıla bu kadar yalnızlığı nasıl sığdırdı;
şehirlerde, cezaevlerinde ve uzunca çektiği hasret acılarında…
Yalnızlığından  mı güç alıyordu?

”Bu oda yalnız bugün değil, her zaman böyle karanlık…
Burada kitaplarımla ben yaşarız ve bize aydınlık getirecek kimsemiz yok.
Ben burada yalnızlığı bardak bardak içiyorum.”

Osmanlının karanlık yıllarında dünyaya gelmesi miydi onun sancılı yalnızlığı bu kadar güzel anlatması, yoksa annesinin intihar denemelerine şahit olması mı küçücük yaşında!!!
Öyle ya bir insanı annesi bile terk etmeye kalkıyorsa, kim dolduracaktı kimsesizlik duygusunu, kelimelerden başka!..

”Sana ihtiyacım yok ki benim. İnsan yalnız da mutsuz olabilir çünkü…”

Cezaevinde geçirdiği zamanlar da büsbütün perçinlemiş olmalıydı,
içindeki kimsesizliği…

”Sonra muhakkak sevilmek ister insan, bunun içinde başkalarını sever.
Düşün dünyada yalnızlık kadar feci şey var mıdır?
Tabii yalnızlıktan kafa yalnızlığı kastediyorum,
yoksa dünya bir sürü kuru kalabalıkla dolu…”

İnsana; ”Oh be! Ben değilmişim bir tek, yalnızlık duygusunu yaşayan”, ”yalnız değilmişim” dedirtirken; benden başka biri daha geçmiş bu dünyadan benim gibi, beni bana anlatan bir kalem!
İşte onun ayak izleri…  okuyoruz…
Bazen olmadık bir anda, olmadık bir yerlerde, belki bir sosyal mecrada belki de bir duvar yazısında; onun cümleleri karşımıza çıkar ve o an kendimizi tamamlarız.

”Hayatta yalnız kalmanın esas olduğunu hala kabul edemiyor musunuz? Bütün yakınlaşmalar, bütün birleşmeler yalancıdır. İnsanlar ancak muayyen bir hadde kadar birbirlerine sokulabilirler, üst tarafını uydururlar; ve günün birinde hatalarını anlayınca, yeislerinden her şeyi bırakıp kaçarlar…”

Kaç kez Ruhi olduk toplumda? Kaç kez kalabalıktaki yalnızlıktan yandık? Herkeslerimiz varken, kimsesizliğimizi az mı tatttık? Lakin, sözlerimizi Sabahattin Ali gibi aktaramadık.

Ben dünyadan ziyade kafamın içinde yaşayan bir insanım. Hakiki hayatım benim için can sıkıcı bir rüyadan başka bir şey değildir.

Canı Aliye Hanım’a ve Ruhu Filiz’e, mektuplarından birinde ihtiyarlamayacağını bilircesine;
İhtiyarlığımda çekilmez bir adam olacağım hakkındaki iltifatına teşekkür ederim. Ama tahminin doğru çıkamayacak sanırım.
Çünkü ihtiyarlayacağımı kim söyledi? Hep genç kalacağım.
Hülasa beni düşünmeyin, fakat ben sizi düşünmekten deli olacağım…”

  Onun da sevdikleri vardı, fakat ne kadar az onlarla birlikte olmuştu?..

Bu dünyadan bir Sabahattin Ali geçti. Geçmek ki ne geçmek, ölümü de kalemi gibi insanın yüreğine oturan; içimizde ince bir sızı bırakan o acılı ayrılışı…

Neden, niçin öldürüldüğü bir muamma olsa da
daha ne çok yazacakları vardı kim bilir…

Bu ülkede hep böyle olmadı mı zaten ?

Nerede bir ışık yaksak, nerede bir umut görsek, söndürmediler mi ?

Bizi hep çaresizliğimizde boğmak istemediler mi?

”Görünen o ki namuslu olmak, haktan, hukuktan, eşitlikten ve adaletten yana olmak bu memlekette hâlâ zor iş vesselam!”

Nihal Atsız’ı ne kadar sevse de yalnızdı işte! Anlamadı en yakın arkadaşlarından da anlaşılmadı belki! Belki de, Atsız’ın ilk yanlış anlaması (ya da arkadaşını tanıyamaması) son olay değildi!

”Bir arkadaş istiyorum. Benimle konuşmadan beni tamamen anlayacak, benimle karşı karşıya saatlerce hiç konuşmadan oturabilecek bir arkadaş.”

Sabahattin Ali’nin kaleminden imgeler ,tasvirler, duygular şelale gibi akarken, okuyucularını yarım kalmışlık duygusuyla baş başa bırakan, o hain kanlı ellere isyanla dolu içimiz.
Bu ölü toprakların üstünde hiçbir şey ölmek ve öldürmek kadar kolay değildir.”
Bize empatinin kapılarını aralayan, bilmediğimiz tanımadığımız duyguları tanıtan, hatta çoklukla da ayna tutan kalemin hayranları olarak Ahımız var!!! 

”Bir kitabı okurken geçen iki saatin, ömrümün birçok senelerinden daha dolu olduğunu fark edince insan hayatının ürkütücü hiçliğini düşünürüm.”

Dilek

https://xn--gndemarivi-9db80j.com/sansurlerin-arasinda-yazarlik/?amp=1

https://xn--gndemarivi-9db80j.com/sanat-sahsi-ve-muhteremdir/?amp=1

https://xn--gndemarivi-9db80j.com/mehmet-rauf-ve-yazdigi-iki-kitabi/?amp=1

Editör

Siz de fikrinizi söyleyin!