Deneme,  Güncel - Aktüalite,  Toplum

Benim Özgür Çiçeklerim

İki ay aradan sonra merhaba dostlarım. Gündem Arşiv’inden uzak kaldığım günlerde İstanbul’dan kaçtım. Uşak’a Karahallı ilçesine anneme gittim.

Bahçesini çapaladım, otları temizledim, dağınık duran soğanlı çiçekleri kökleyip hizaya soktum, soğan sarımsak diktim, gülleri budadım, toprakla bir hayli haşir neşir oldum.

Mahallede bir sürü yavru köpek vardı. 9 tane doğmuşlar çok şirinlerdi 🙂 orada olduğum sürece besledim hepsini. Buna kediler de dahil.

Oralarda biraz mahsun hayvanlar. İstanbul’daki kedi ve köpekler çok şanslı her yerde mama var. Oradaki hayvanlar çöplerden beslenmeye çalışıyor. Bu nedenle özellikle belirtiyorum. Lütfen yemek artıklarını ekmekle harmanlayıp bir kabın içinde sokağa bırakın.

Memlekette şansım yaver gitti hava çok güzeldi. Badem ağaçları patlamaya yüz tutmuş tomurcuk doluydu. Bütün bunlar bana çok iyi geldi.

Sonra tarlalara gittim. Benim özgür çiçeklerim özgürce açmışlardı. Nasıl sevindim görünce. Papatyadan bahsediyorum. En sevdiğim çiçektir. Saçımıza taç yaptığımız, karın ağrısı için çayını içtiğimiz, fal bakıp sevmiyor çıkınca da “çok hainsin papatya ne olurdu bir kaç yaprak fazla olsaydın. Sevmiyor işte beni, senin yüzünden” diyerek hunharca yolduğumuz özgürler. Çiçeklere anlam yüklemişiz. Osmanlı’da çiçeklerin anlamı üzerine yazılı kayıtlar olduğu ve bunların bir kısmı günümüze kadar ulaşmış. Resmi olarak çiçeklerin dili ilk kez 600’lü yıllarda İstanbul’da oluşturulmaya başlanmış. 1716 yılında eşiyle birlikte İstanbul’da yaşayan İngiliz Lady Mary Wortley Montagu tarafından bir araya getirilen çiçeklerin anlamları İngiltere’ye götürülmüş.

Montagu, 1716 yılında İstanbul’da yaşadığı sırada yazdığı bir mektupta;

Parmaklarınızı oynatmadan, çiçekler aracılığı ile tartışabilir, azarlayabilir, dostluk, aşk, nezaket mektupları ve hatta haber bile gönderebilirsiniz, demiş.

Papatya bolluk bereketmiş. Hiç bu anlamı ile ilgilenmiyorum. Özgürlük simgesi bence. Çünkü papatyalar, ister güneşte ister gölgede istediği her yerde açar. Üzerine basılsa bile kurumaz, ölmez, yeniden ayağa kalkar, bakıma muhtaç değildir. Kendi başına tüm güzelliği ile kırlarda, tarlalarda karşınıza çıkar.

Tarla tarla dolaşırken, iki tavuk ile bir horoz dikkatimi çekti. Usulca yaklaştım fotoğraf çekeceğim. Çektiğim fotoğrafta gördüğünüz gibi tavukların umurunda değilim. Ama horoz pür dikkat. Hayvanlarda da mı var, erkek tarafından korunma iç güdüsü(?) diye gülümsedim. Eğer düşünebilselerdi kesin “yanımda erkek var korkmama gerek yok” diye düşünürdü. Düşünemiyor, ama bu rahatlık var. Biz insanlarda da aynıdır ya. Şimdi tüm canlılar aynı derinliklerdeki çatlaklardan mı çıkıp geliyoruz(?) da diyemedim. Çünkü hayvanın erkeği dişisine şiddet uygulamıyor. Hayvanlar bizden daha çok insan artık.

 

***

Ne güzel başladı yazı değil mi? Toprak, tomurcuk, çiçek, hayvan. Aydın’da 92 yaşında bir kadın tecavüz edilip öldürüldü. Samsun’da bir kadın kocası tarafından 5 yaşındaki çocuğunun gözleri önünde öldüresiye dövüldü. Eskiden de oluyordu böyle olaylar. Benim çocukluğumda komşularda tanık olmuştum. Bir komşu kendisini aldatan para şımarığı kocasından sürekli dayak yerdi. Bir komşu kocası tarafından sırtından bıçaklandı. Bir komşu kocasının bıçakla yaralayarak korkutmalarına dayanamadı aklını yitirdi. İnsanlık 40 yıl öncesinde de insan değildi, kimse kimseye yardım etmiyordu, insanlık da ölüydü. Yasalar o zaman da kısırdı şimdiki gibi. Kimse ceza almıyordu. Cezai ehliyeti yoktur, raporu ile kurtuluyordu.

8 Mart 1857 tarihinde ABD’nin New York kentinde 40.000 dokuma işçisi daha iyi çalışma koşulları istemiyle bir tekstil fabrikasında greve başladı. Ancak polisin işçilere saldırması ve işçilerin fabrikaya kilitlenmesi, arkasından da çıkan yangında fabrika önüne kurulan barikatlardan kaçamaması sonucunda 120 kadın işçi can verdi … Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 16 Aralık 1977 tarihinde 8 Mart‘ın “Dünya Kadınlar Günü” olarak anılmasını kabul etti. Kadınların dünyada anılması, yine kadına şiddet sonucu ortaya çıkmış, ne acı.

Yazının başlığı olan papatyalardan, kadın cinayetlerine korkunç bir geçiş yapsam da, konuyu özgür çiçeklerime bağlayarak bitirmek istiyorum. Ben 1857’de öldürülen o işçi kadınları, papatyalara benzetiyorum. Hak aramak özgürlüktür bu bir. İkincisi; üzerine bastılar, yaktılar, öldürdük sandılar. 120 yıl sonra, onların anısına ilan edilen her 8 Mart’ta ölmedikleri bir kez daha anlaşılmıyor mu?

 

Siz de fikrinizi söyleyin!