Biyografi,  Güncel - Aktüalite,  Siyaset,  Tarih,  Toplum

Atatürk’ün Toplumsal Cinsiyet Bağlamında Örnek Davranışları ve Etkileri

Dünyada ve Türkiye’de, kadına yönelik şiddetin en önemli nedenlerinden biri, yaşamın değişik alanlarında görülen kadın-erkek eşitsizliği ve cinsiyetçi yaklaşımlardır. Biyolojik cinsiyet, doğuştan sahip olunan cinsiyet farklılıklarını, toplumsal cinsiyet ise sonradan kazanılan veya toplumun kadın ve erkek için yüklediği rolleri ifade eder.[1]

Toplumsal cinsiyet eşitliği ise kadınlarla erkeklerin aynı hak ve yükümlülüklere sahip olması, tüm kamusal ve özel yaşama eşit katılması demektir.

Günümüzde kadına yönelik şiddetle mücadelede, kadınların güçlendirilmesi ve toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin yok edilmesi önerilmektedir.[2]

Elbette, bu amaca erişmek için gerekli yasal düzenlemelerin yapılması büyük önem arz eder. Ancak kabul edilen yasal mevzuatın uygulamaya konulması ne kadar önemliyse, toplum için rol model olan devletin ileri gelenlerinin toplumsal cinsiyet eşitliği konusundaki söz ve davranışları da bir o kadar önemlidir.

Atatürk, toplumun gelişmesinin kadın-erkek eşitliğine dayandığının bunun da var olan cinsiyetçi kadın rollerinin değiştirilmesiyle gerçekleşeceğinin bilincinde olan bir liderdi. O, batının yaklaşık dört yüz yıl gibi bir sürede gerçekleştirdiği Rönesans, Reform ve Aydınlanma Çağı’nı, kendi yaşam süresine sığdırıp “hem de Kurtuluş Savaşı Destanı içinde” bir reçete olarak “Cumhuriyetle” Türk Milleti’ne sunmuştu. Artık egemenlik halka geçmişti. Gücünü halktan alan ve halkın belli bir süre için seçtiği kişi, devlet başkanı olacaktı.

Atatürk’ün Cumhuriyeti, kadın-erkek tüm vatandaşa eşitlik, laiklik, özgürlük ve demokrasi demekti. Yoksa adı cumhuriyet olup, kadını yok sayan devletler de vardı.

Cumhuriyetin ilanıyla birlikte “Atatürk Aydınlanması” hız kazandı. Atatürk’ün liderliğinde kadına erkekle eşit vatandaşlık, seçme ve seçilme hakkı ve karma eğitimle bütün eğitim kademelerinden yaralanma hakkı sağlandı. Bu durum kanunlarla güvence altına alındı. Ancak kadını evden çıkmaması gereken bir varlık olarak kanıksayan bir toplumda, onun sosyal hayatta yer alması hiç de kolay olmadı.

Türk kadını, asırlar öncesinde devlet yönetiminde söz sahibi olup erkekle aynı sosyal hayatı paylaşırken, yirminci yüzyılın başlarında İstanbul’da eşiyle yan yana yürüyemez, aynı arabaya binemez olmuştu. Vatan işgal edilince herkes acı çekmişti. Savaş kadını ayırmamıştı. Milli Mücadelede Halime Çavuş, Kara Fatma, Nezahat Onbaşı, Kılavuz Hatice, Tayyar Rahmiye, Gördesli Makbule, Binbaşı Ayşe ve daha nice kadın, erkekle yan yana cephelerde savaşmış, kağnıyla silah ve erzak taşımış, öküzü yoksa kağnıya kendini koşmuştu. Şerife bacı, kızı Elifle çıktığı yolda ıslanmasın diye kazağını top mermilerinin üstüne örtmüş, Elif üşümesin diye de ona sıkıca sarılmıştı, ayazın bağrında donarak şehit olmuştu.

Savaşın ne dini vardı ne de cinsiyeti. Vatan toprakları kadın-erkek herkesindi. Ancak vatan müdafaasında onların yardımını reddetmek imkânsızken, savaş sonunda, onlarla ilgili tasarılar,  özgürlük, eşit eğitim, layık olduğu toplumsal konum, tutucu çoğunluk tarafından engellenmişti. Nisan 1923’te önceden 50 bin erkek nüfusa bir milletvekili seçilirken erkek nüfus azaldığı için 20 bin kişiyi temsilen bir milletvekili seçilmesi teklif edilmiş, Tunalı Hilmi Bey, kadınların Milli Mücadele’deki rolünün de hesaba alınarak onların da seçime dahil edilmesini sağlayacak bir düzenleme talep etmişti. Bu teklif mecliste büyük tepkilere yol açmış, sonuçta kadınların evde aile reislerine oy vermiş gibi sayılması ve 50 bin erkek yerine 20 bin erkek için bir vekil seçilmesi kararı verilmişti. Aynı gün frengi hastalığının önüne geçmek için kadınların kontrole tabi tutulması da kabul edilmemişti.[3]

Aynı vatan uğruna, aynı heyecanı duyan kadın, yok sayılmıştı. Toplum için, vatan müdafaasının alternatifi yoktu, ama kadının eski rolünden başka seçeneği olmadığını düşünen çoktu.

Atatürk, lider olarak eğitimde, iş hayatında ve hayatın tüm alanlarında kadınla erkeğin yan yana olmasını istemişti. Onun toplumsal cinsiyet eşitliği ile ilgili söz ve davranışları toplum için etkili ve olumlu bir rol model olmuştu.

Atatürk’ün kadın haklarıyla ilgili fikirlerinin şekillenmesinde elbette kadın haklarını tartışan aydınlar ve okuduğu kitaplar etkili olmuştu. Onun kadınlarla ilgili devrim düşüncesi daha Meşrutiyetten önce Selanik’te, geleceğe ilişkin düşüncelerinde belirmişti. Kasım 1916’da Doğu Cephesinde günlerce süren bir muharebeden sonra bulabildiği birkaç saatlik istirahat zamanında Kurmay Başkanı İzzettin Çalışlar ile görüşmesinde bakın hangi notu almıştır: “Kadınlarla genel işbirliği, erkeklerin ahlakı, fikri, duyguları üzerinde etkilidir.”[4]

1921’de memleketin her köşesi işgal edilmiş, Eskişehir-Kütahya savaşları yapılmakta Sakarya’da askerler doğuya çekilmektedir. Böylesine sıcak bir savaşın ortasında yarının ne olacağı belirsizken o, adeta filmin sonunu izlemişçesine rahattır. Sanki savaş çoktan kazanılmış gibi, sanki cumhuriyet çoktan ilan edilmiş gibi, 15 Temmuz 1921’de Ankara’da İlk Maarif Kongresini toplamıştı. Toplantıda üç kadın öğretmen en öne oturtulmuş, erkek öğretmenlerle aralarında bir kaç sıra boş bırakılmıştı.

Kadın-erkek karışık yapılan bu kongre, bazı mebuslarca hoş görülmemişti. “Milletin gelenek ve duygularına uymayacak bir durum olduğu, kadının aşağılandığı, dine aykırı olduğu” gerekçesiyle Atatürk’e şikâyet etmişlerdi. Şikayetleri dinledikten sonra Atatürk, büyük bir hiddetle Cemiyet başkanını çağırmış ve Mazhar Müfit Beye toplantıda neler yaptığı konusunda çıkışmıştı. Sonra da kendini savunmaya çalışan Mazhar Müfit’e “Toplantıya öğretmen hanımları da çağırmışsınız fakat onları niye ayrı sıralara oturttunuz? Sizin kendinize mi itimadınız yok, Türk hanımlarının faziletine mi? Bir daha öyle ayrılık gayrılık görmeyeyim” cevabını vermişti. Şikâyete gelenler de sessizce odadan ayrılmak zorunda kalmışlardı.[5]

Atatürk, güçlü kişiliği yanında zaman zaman toplumda kazandığı saygınlık karşısında insanların kendisine itiraz edemeyeceklerini bilmenin gücünü de kullanmıştı. Bu durum kadını erkekten izole etmek isteyen onun gülüşünü bile çok görenlerin olduğu bir toplumda, kadınlar için kazanımlara dönüşmüştü.

Türkiye’nin ilk kadın avukatı Süreyya Ağaoğlu, Adalet Bakanlığı’nda staja başlamıştı. Evleri bakanlığa çok uzak olduğu için bir arkadaşıyla birlikte, öğle yemeğini nerede yiyeceği sorun olmuştu. Aslında o zamanlar Ankara’da İstanbul Lokantası vardı. Ama hep milletvekillerinin yemek yediği bu lokantada, kadınların yemek yediği, görülmüş şey değildi. Süreyya, öğle yemeklerini bu lokantada yemek için babasından izin almıştı. Ertesi gün bir arkadaşı ile lokantaya gitti. Babasını tanıdıkları için kimse yüzlerine bir şey söyleyememişti, ama arkalarından konuşmalar, homurdanmalar ve şikâyetler yükselmişti. Şikâyetler aynı gün, zamanın başbakanı ‘Rauf Bey’e, Rauf Bey de Ahmet Ağaoğlu’na iletmiş sonuçta lokantada yemek fikri rafa kaldırılmıştı. Birkaç gün sonra, Atatürk ve Latife Hanım, Süreyyaların evine misafirliğe gitmişti. Sohbet edilirken, söz bu konudan açılmış, Süreyya Hanım da olayı bütün açıklığıyla Atatürk’e anlatmış ondan destek beklemişti. Oysa onu dinleyen Atatürk, babasını ve Rauf beyi haklı bulmuştu. Ertesi gün Atatürk Süreyya’yı Latife hanımın onu yemeğe davet ettiğini söyleyerek apar topar arabaya çağırmıştı.

Neye uğradığını şaşıran Süreyya, otomobile binmiş tam da İstanbul Lokantası’nın önünden geçerken, Atatürk, birden şoförü durdurmuştu. Bir milletvekili telaşla yanlarına gelince, herkesin duyabileceği bir sesle, ona, “Bugün Süreyya’yı bize götürüyorum, ama yarın buraya gelecek, yemeğini lokantada yiyecek” demişti. Süreyya’nın şaşkınlığı daha da artmış, neler olup bittiğini Latife hanımdan öğrenmişti. Gerçekte Atatürk, lokanta olayına çok kızmış, ama babasını ve Rauf beyi onun yanında ezmek istemediği için kızgınlığını belli etmemişti. Ancak eve gelir gelmez, birkaç milletvekilini arayarak ertesi gün mutlaka eşleriyle birlikte öğle yemeğinde bu lokantaya gitmelerini istemişti. Böylelikle Süreyya, ertesi gün, arkadaşıyla İstanbul Lokantası’na gitmiş ve bir daha hiç kimse onları bakışlarıyla bile rahatsız etmeye yeltenememişti.[6]

Diğer bir olay 1923’te İzmir’de geçmişti. Atatürk Latife hanımla birlikte Ankara Sineması’na gitmişti. İçeri girip locaya oturduktan sonra Atatürk salona bakmış, herkesin erkek olduğunu görünce sinema sahibine neden hiç kadın olmadığını sormuştu. Kadınların sadece salı günleri içeri alındıkları cevabını alınca derhal yaverine dönerek kendilerini karşılamak için gelip dışarıda bulunan kadınların hemen içeri alınmasını istemişti. Ve dışarıda bekleyen kadınlar, alkışlarla salonu doldurmuş, koridorlar bile tıklım tıklım kadın olmuştu. İlk kez kadın-erkek bir arada, film izlenmişti.[7]

İstanbul’da vapur tramvay gibi toplu taşıma araçlarında perde vardır. Kadınlar perdelerin arkasında, kocalarıyla bile yan yana oturamazken Atatürk, perdeleri kaldırtmıştı. Bu öylesine radikal bir karardı ki sadece tutucu erkekler değil Üsküdar Amerikan koleji mezunu aydın bir kadın olan Halide Edip Adıvar bile itiraz etmişti.

Atatürk, kadının konumu hakkındaki düşüncelerini günlüğünden bile saklamış, zamanı gelince aklı ve vicdanıyla hareket ederek kadının kalıplaşmış cinsiyet rollerinin değişmesinde öncü olmuştu. Kadını dört duvar arasından çıkarmak, kendi ayaklarının üstünde durmasını erkekle eşit haklara sahip olmasını istemişti. Kadınların lokantaya, sinemaya gidebilmesi, kocasıyla yan yana seyahat edebilmesi için bile çözüm aramıştı.

Atatürk’ün milli mücadeleye beraber başladığı komutanların daha Cumhuriyet ilan edilmeden neden Atatürk’ten uzaklaştıklarını anlamak için sadece onların gözündeki, toplumda kadının yeri ve nasıl olması gerektiği konusuna bakmak bile yeterlidir. Vatanseverliğinden kuşku duyulmayan bu insanlar için kadının yeri, toplumun ve erkeğin zihinlerindeki asırlarca süregiden roldü. “Görünmezlik”. Atatürk kadını görünür kılmıştı. Nitekim Atatürk’ün ölümünden sonra meclise giren Kazım Karabekir Paşa, ki kendisi Atatürk’ün üniformayı çıkarıp tüm yetkilerini kaybettiği gece devletin yetkili generali olduğu ve İstanbul Hükümetinden Atatürk’ü tutuklama emri aldığı halde, “kolordumla emrinizdeyim paşam” diyerek ona paha biçilmez bir destek sağlamış, savaşlarda yetimlerin korunup eğitilmesinde büyük emek sarf etmişti.

Kazım Karabekir Paşa, Atatürk’ün Türk kadınına sağlamaya çalıştığı kazanımların aksine 1943’te İstanbul’da Haydarpaşa Erkek Lisesi ve Erenköy Kız Lisesi öğrencilerinin aynı trene binmesinden rahatsız olmuş, Milli Eğitim Bakanlığına baskı yaparak bu konuya çözüm bulunmasını istemiş ve nihayet Haydarpaşa Erkek Lisesinin derse başlama saati yarım saat öne çekilerek sorun çözülmüştü. Aynı durumun vapurlarda da yaşandığını belirterek buna da çözüm bulunmasını istemiş kadına adeta yeniden yine görünmezlik zırhı giydirmek istemişti.[8]

Kadına şiddet olaylarında cinsiyetçi yaklaşımın etkilerinin açıkça anlaşıldığı günümüzde Atatürk; yüz yıl önce var olan ve kalıplaşmış cinsiyetçi yaklaşımları muhteşem iradesiyle aşmış, toplumsal cinsiyet eşitliğinin uygulayıcısı olarak topluma rol model olmuştu. Kadınlar cesaret bulmuş, eğitimde, iş ve sosyal hayatta görünür olmuşlar, sonuçta içinde yaşadıkları toplumun bir üyesi olmaktan gurur duymuşlardı.

Atatürk’ün liderliğindeki Cumhuriyet, kadınların özellikle fakir, kimsesiz çocukların ve kız çocuklarının yaşamını şekillendirmişti. Özellikle fakir ve kimsesiz çocuklar, çünkü zaten hâli vakti yerinde olanların her zaman için iyi eğitim alma şansı vardı. Günümüzde küçücük çocukların kız-erkek sınıfları şeklinde ayrıştırıldığı, kadınlara araba kullanma hakkının devleti yönetenlerce bir lütuf olarak verildiği, dans etmelerinin yasak olduğu bu coğrafyada, Atatürk, kadınlara yaşadıkları dönemin asırlar sonrasını yaşatmıştı.

Atatürk için zaman, 10 Kasım 1938’de durmuştu. Ancak harekete geçirdiği Cumhuriyet, yoluna devam etti. Cumhuriyetin cesaret verdiği kadınlar büyüdü, anne, öğretmen, hemşire, doktor, mühendis, avukat, bilim insanı, sanatçı, sporcu en önemlisi “kendileri” oldu. Akıl ve bilime inandılar. Onlar birdiler, milyonlar oldu.

Kaynaklar:

[1] Bingöl, O. (2014). Toplumsal cinsiyet olgusu ve Türkiye’de kadınlık. Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi Sosyal ve Ekonomik Araştırmalar Dergisi, (3), 108-114.
[2] Taşdemir Afşar, S. (2015). Türkiye’de Şiddetin” Kadın Yüzü”. Journal of Sociological Studies/Sosyoloji Konferanslari, (52).
[3] Uzun, İ. (2017). Kadın Haklarının Kazanılmasında Bir Cumhuriyet Kadını: Afet İnan (1908-1985). Ahi Evran Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 3(1), 73-85.
[4] Görgülü, İ. (1992). Atatürk’ün Biyogrofisine Yeni Sayfalar (Org. İzzettin Çalışlar’ın Günlüğünden). Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Cilt 7, Sayı 23, 241-258.
[5] Atatürk’ten Anekdotlar, Genelkurmay Başkanlığı Yayınları, Ankara, s.55-57.
[6] Alper, S. Yıldırım, G. (2013). Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Ankara Barosunun İlk Kadın Avukatı Süreyya Ağaoğlu, Hukuk Gündemi, Atatürk Özel Sayısı, 52-58.
[7] Kaynar, H. (2009). Al Gözüm Seyreyle Dünyayı: İstanbul ve Sinema. Kebikeç İnsan Bilimleri İçin Kaynak Araştırmaları Dergisi, 27, 191-200.
[8] TBMM ZC. D: 7, İ: 28. C. 1. p.255-6. 26.5.1943

Siz de fikrinizi söyleyin!