Din

Atatürk Ve Din (15)

Son günlerde meclisce alınan kararlar, milletçe tabiî ve hakikî bir biçimde zaten arzu edilmekte olan konulardır. Bunları olağanüstü olarak anlamaya yer yoktur. Millet bunları varolan diliyle ve tabiî bir tarzda istiyordu. Hakikî kurtuluş ve selamete karar vermiş olan bir milletten de başka türlü eğilim beklenemezdi. Bu kararlar, millet ve memleket için herhalde çok hayırlıdır. Ve pek az zamanda bütün bu iyilikler belirecektir. Geçmişteki hareket tarzına ilişkin pişmanlıklar bu şekilde giderilecektir.

 4 Mart 1924 “Hilafetin Kaldırılması Konusunda Gazetecilere Verilen Demeç”, ASD, c.III, s.74.

Halifelikle beraber Türkiyede varolan Ortodoks ve Ermeni kiliseleri patrikhaneleri ile Musevi hahamhanelerinin, ortadan kalkması lazımdır. Halifelik ve bu çeşitli patriklikler, yüzyıllardan beri ruhanî yetki alanları dışında çok büyük ayrıcalıklar topladılar. Halkın görüşüne dayanılarak verilen hukuk dışında ayrıcalıklarla Cumhuriyet idaresinin uygulanması mümkün değildir. Geçmişte, özellikle Abdülhamit’in tahttan indirilmesinden sonra, Anayasamızı ve Meşrutiyet kanunlarımızı, Batı’nm uygarlık makinesine uyarak değiştirmeye çok çalıştık. Fakat bu girişimimiz sonuç vermedi. Çünkü her adımda, patrikhaneler ve halifelik gibi, siyasî, dinî kurumların hukukuyla karşı karşıya geldik.

 4 Mayıs 1924 ASD, c.V, s. 104-105.

Millî ahlâkımız, medeni esaslarla ve hür fikirlerle tenmiye ve takviye olunmalıdır. Bu çok mühimdir; özellikle dikkat nazarınızı çekerim. Tehdit esasına dayanan ahlâk, bir fazilet olmadıktan başka güvene de şayan değildir.

25 Ağustos 1924 ASD, c.II, s. 173.

Milletimizin uzun yüzyıllardan beri hanlar, hakanlar, sultanlar, halifeler elinde, onların tahakküm ve despotluğu altında ne kadar ezildiğini, onların hırslarını gidermek yolunda ne kadar büyük felaketlere ve zararlara uğradığını düşünürsek, milletimizin egemenliğini eline almış olması olayının, bütün büyüklüğü ve önemi gözlerinizde belirir. Gerçi büyük zaferin ertesine kadar, İstanbul’da, halife ve sultan adı altında bir şahıs ve onun işgal ettiği halifelik ve saltanat unvanıyla bir makam vardı. Fakat bu zaferden sonra millet, o makamları ve o makam sahiplerini hak ettikleri sonuca ulaştırdı.

 30 Ağustos 1924 ASD, c.II, s. 179.

Hayata ve geçinmeye hâkim olan hükümlerin, zamanla değişimi, gelişimi ve yenilenmesi zorunludur. Uygarlığın buluşlarının, fennin harikalarının, dünyayı yenilikten yeniliğe ulaştırdığı bir devirde, yüzyıllık köhne zihniyetlerle, geçmişe hayranlıkla varlığı korumak mümkün değildir. Uygarlıktan söz ederken şunu da kesinlikle söylemeliyim ki, uygarlığın esası, ilerleme ve kuvvetin temeli aile hayatmdadır.

 30 Ağustos 1924 ASD, c.II, s. 181.

Dünyada her şey için, uygarlık için, hayat için, başarı için en hakikî yol gösterici, bilimdir, fendir. Bilim ve fennin dışında yol gösterici aramak gaflettir, cehalettir, sapkınlıktır. Yalnız, bilimin ve fennin yaşadığımız her dakikadaki aşamalarının gelişimini algılamak ve ilerlemesini zamanla izlemek şarttır. Bin, iki bin, binlerce sene evvelki bilim ve fen dilinin çizdiği ilkeleri, şu kadar bin sene evvel, bugün aynen uygulamaya kalkışmak, elbette bilim ve fennin içinde bulunmak değildir.

22 Eylül 1924 ASD, c.II, s. 194.

Yön yanlış ise ve koskoca bir millet, inandığı ve güvendiği kitaplardan; kutsal kitaplardan tanık göstererek rehber olduklarını iddia edenlerin sözlerine inanarak yürürlerse ve bu yürüyüş yönü kendilerini mahva ve yok olmaya düşürürse, kabahat, bu yönü izleyen zavallı halktan çok, rehberlere ait değil midir?

22 Eylül 1924 ASD, c.II, s. 19

Efendiler; yeryüzünde üç yüz milyonu aşan Ìslam vardır. Bunlar ana, baba, hoca terbiyesiyle, terbiye ve ahlâk almaktadırlar. Fakat ne yazık, hakikî olay şudur ki, bütün bu milyonlarca insan kitleleri şunun ya da bunun esareti ve aşağılanma zincirleri altındadır. Aldıkları manevî terbiye ve ahlak, onlara bu esaret zincirlerini kırabilecek insani meziyeti vermemiştir, veremiyor. Çünkü terbiyelerinin hedefi millî değildir. (…) Millî terbiye ile geliştirmek ve yükseltilmek istenilen genç beyinleri, bir taraftan da paslandırıcı, uyuşturucu, hayâlî fazlalıklarla doldurmaktan dikkatle sakınmak lazımdır. Hoca efendi bu fikrini açıklamak için, “Vettini vezzeytûni ilâh…” ayetini kendince yorumladılar. İncir ve zeytin çekirdeğinden ilke çıkardılar. Birindeki çokluğa, diğerindeki birliğe işaret ettiler. Ayetin anlamı bu mudur, değil midir, bir şey demiyeceğim. Yalnız bu seyahatim sırasında, rastlantı sonucu, bu ayetin anlamını diğer bir hoca efendiden sormuştum. Bunun için yarım saat kadar irdelemeye ihtiyacı olduğunu söyledi. Ömrünü medreselerde din biliminin öğrenim ve öğretimiyle geçiren bir kişi, bir kitabın bir satırını Türkçe ifade edebilmek için böyle bir ihtiyaç belirtirse, millet, milletin bireyleri ne desin? Onun için efendiler, genç kuşağın beynini yormadan, onun her şeyi kabule ve sindirmeye yetenekli kıvrımları, hakikat izleriyle süslenmelidir.

 22 Eylül 1924 ASD, c.II, s. 198-199.

Efendiler, bundan beş sene evvel buraya geldiğim zaman bu şehir halkı da bütün millet gibi vaziyeti hakikiyeyi anlamamışlardı. Fikirlerde karışıklık” vardı. Beyinler âdeta durgun bir halde idi. Ben burada birçok zevatla biraber Kâmil Efendi Hazretleriyle de görüştüm. Bir camii şerifte hakikati halka izah ettiler. Efendi Hazretleri halka dediler ki: “Milletin şerefi, haysiyeti, hürriyeti, istiklâli hakikaten tehlikeye düşmüştür. Bu felâketten kurtulmak, icabederse vatanın son  bir ferdine kadar ölmeyi göze almak lâzımdır. Padişah olsun, halife olsun, isim ve unvanı her ne olursa olsun hiçbir şahıs ve makamın varlık nedeni kalmamıştır. Yegâne kurtuluş çaresi halkın doğrudan doğruya hâkimiyeti eline alması ve iradesini kullanmasıdır.” işte Efendi Hazretlerinin bu yolgösterici tarzda vuku bulan vaiz ve nasihatından sonra herkes çalışmaya başladı. Bu münasebetle Müftü Kâmil Efendi Hazretlerini takdirle yadediyorum. Ve genç Cumhuriyetimiz bu gibi ulema ile iftihar eder.

 24 Eylül 1924 ASD, c.II, s.200-201.

 

Siz de fikrinizi söyleyin!