Deneme,  Kitaplar,  Toplum

Aramızda Deniz Var

Başlık Talat Avcı’nın son romanının adı… Ferhat İşlek dost, bir sohbette kitaptan, konusundan söz edince alıp okumak istedim. Roman bu sabah geçti elime. Akşam geceye devrilirken de bitirdim.

İlk bölümü okurken “Mübadele romanı” diye düşündüm. “Son yıllarda çokça yazılan bir konusu var herhalde,” derken ilerleyen sayfalarla birlikte böyle olmadığını anladım. Dönem romanı demek de mümkün… Mübadeleyle başlayan, her bakımdan sancılı yılları okudukça ben de yaşadım. Gidenlerin ve gelenlerin dramları, burada yaşamaya devam edenlerin her iki grupla da yaşadığı günler, “Biz neden böyle olduk, başka bir yolu yok muydu?” sorusuna hâlâ yanıt bulamadığımızın bir başka kanıtıydı.

Ege’nin şimdilerde oldukça büyüyen ilçesi Söke’nin Bağarası bucağında başlıyor her şey. Ulusal Kurtuluş Savaşımız sona ermiş, savaş süresince kimseye zarar vermemiş, kaçan gruplara katılmayıp kalan Rumlar, Türk komşularıyla araları bozulmadan ama endişe içinde Türkiye ile Yunanistan arasında mübadeleyi öngören sözleşmenin uygulanmasını beklemektedir. Türk komşuları ile Lozan Anlaşmasının sevincini bile paylaşamazlar. Bu kargaşa içinde Rum kızı Despina’yla, Türk delikanlı Sinan arasında süregelen aşkın nasıl sonuçlanacağını kendileri de bilemezler.

Bu aşk romanın sonuna değin okuyucuya eşlik edecekmiş duygusunu uyandırıyor. Ve öyle de oluyor. Ta ki… Bu aşkın devamını elbette burada yazmayacağım. Konu ne olursa olsun, içinde yaşanmışlık, insani duygular, kısacası aşk varsa roman kendini daha rahat okutuyor.

Aklıma 2010 yılında bir televizyon programında konuk ettiğim Hıfzı Topuz’la yaptığım sohbet geliyor. İlk romanım “Ağababa” üzerine konuşurken, “İçinde aşk var mı?” diye sormuştu. Ben de “Ağababa, İstiklal Madalyalı bir köy imamı, nasıl olsun ki?” dediğimde de “Bütün insanlar âşık olur, imamlar da… Bütün romanlarda bir aşk yaşanmalı…” dedikten sonra romanımın içine bir aşk öyküsü eklemiştim.

“Aramızda Deniz Var” sancılı yıllarla birlikte Bağarası’nın insanlarını tanımamızı da sağlıyor. Mübadele öncesi ufak olayların dışında Türklerle uyum içinde yaşanan Rumların gidişinin Bağarası’ndaki yaşamı çok etkilediğini görüyoruz. Mübadele sancısı sona erdikten sonra, gelen mübadillerin birlikte yaşamaya ayak uydurması zaman alsa da bir süre sonra doğal hâle geliyor. Ve yaşam yeniden düzene giriyor. Sonrasında insanların yaşamına tanık olarak sayfaları çevirmeyi sürdürdüm. Özellikle Sinan’ın gözünden olaylara tanık olmak hüzünlü olduğu kadar zaman zaman da keyifli…

Muhacirler, kendi istekleriyle geldikleri için iyi kötü mallarını, topraklarını düşük bedelle de olsa satıp Türkiye’de istedikleri yerde yaşamaya devam ettiler. Ancak mübadiller yani anlaşmayla gelenler her şeylerini olduğu gibi bırakıp kendilerine gösterilen yerlerde yaşamak zorunda oldular. Bazıları bıraktıklarından daha değerli yerlere yerleşmiş olsalar da sonuçta doğdukları, büyüdükleri toprakları terk etmek zorunda kalmış olmanın acısını birkaç nesil yaşadılar.

Romanda anlatılan mübadiller durumlarından çok şikâyetçi olmamışlar. Yine de buradan giden Rumların Yunanistan’da aldıkları tepkilerden az da olsa tepki görmüşler. Onları destekleyen birkaç kişi de daha önce gelmiş olan muhacirler olur. Sonuçta belde bütünleşir ve yaşam eski yıllarda olduğu gibi sürer.

Bağarası’nda, Söke’de, İzmir’de ve bütün ülkede yaşanan gelişmeler çoğunlukla yaşlı bir esnaf ve öğretmen (Muallim) arasında geçen sohbetler ve ara sıra gelen gazetelerin kahvede okunmasıyla öğrenilir. Başlarda satır aralarına sığan bilgiler, sonraları paragraf arasına girmeye, daha sonra da sayfaların araya girmesiyle romanın sonuna değin sürer. Konuyu ilgilendiren bilgiler romanı zenginleştirse de giderek romanın konusunun dışındaki bilgilendirmeler elbette okur için yararlı bilgilerdir ama zaman zaman da akışın heyecanını yitirmesine neden oluyor.

Bir sözüm de final bölümüne dair olacak. Son sayfalarda okuduklarım çok heyecanlı ve dokunaklıydı. Kapağını kapattıktan sonra (Sadece bazılarında olduğu gibi) yerimden kalkmadan dakikalarca düşündüm. Romanın daha ayrıntılı ve işlenmiş bir final bölümünü hak ettiği kesin.

Sonuç olarak yedi saat sürse de elimden bırakmadan okuduğumu belirtmeliyim. Yazarın eline, emeğine sağlık…

Siz de fikrinizi söyleyin!