Güncel - Aktüalite,  Sosyoloji,  Tartışma,  Toplum

Ağır Kadınlar

“Yaratılıştan kadın olmak” diye bir deyim var mı, bilmiyorum ama yoksa da ben ekledim. Bundan sonra kullanılabilinir.

Anadolu’da ve tabi dünyanın birçok yerinde “Karı gibi… Karı kılıklı… Etek giy…” şeklindeki erkek aşağılık düşünce sistemindeki yapının ters döndüğü bir çağa girdik. Artık, kadınlar çiçek vesaire de değiller. Koparılamıyorlar da…

Zaten oldum olası bu tür kalıplaşmış ifadelere karşıydım. Kadınlar çiçek ise hem koparılır hem ömrü kısa olur,  hem de nazik olurlar…
Oysa karateci, tekvandocu, boks yapan ve güreşen kadınlar var.

Bizim halkımız naziklikle, kibarlıkla ve duyarlılıkla geç tanıştı. Bu nedenle kadınlara gereken ismi veya unvanı takmakta zorlandı, abuk sabuk deyimler hediye etti.

Ama bu devir geçti.

“Kadınlar,
Bizim kadınlarımız,
Korkunç ve mübarek elleri…”

Bu methiye şiirleri bile yeterli olmuyor. Daha ilerisi var. En son yaşandı:
Bir “erkek” spor takımının başkanı kadın oldu. Çok da iddialıydı!
Muhteşem ötesi bir şey bu! Kadınlar normal hayatın ve iş hayatının her anında zoraki ilerliyorlar, asırlardır ellerinden alınmış olan kaleleri tekrar ve cebren geri alıyorlar; tebrik etmek lazım.

Burası mutluluk verici bir durumken, aşkta, meşkte, sosyal hayatta linç korkusuyla yaşayan kadınlarımız yok mu? Çok! Hatta bu durumu bile isteye kendileri devam ettiriyor gibi bir hissim var.

Aşkın, toplumsal arkadaşlığın, “Ağır Kadınları” kısmını anlatmak istiyorum. İçinde yaşadığımız ortam okumuş veya okumamış her insanın kendine göre linç kültürünü silah olarak kullandığı bir yapıda olunca, her kadın içindeki kişilik ile dışındaki kişiliği birlikte yaşıyor. Çift karakterli olarak yaşıyor.

Bir kadının şu anki toplumsal yapı içerisinde;

Selamlaşma merasimi var.
– Arkadaş olma merasimi var.
– Dost olma merasimi var.
– İş yerinde birlikte çalışma merasimi var.
– Ev kadını olma merasimi bile var.
– Her bir merasim de ayrı kurallar içindedir.

Kadınlarımız, karşısındaki insanın kendisini “hafif” görmemesi için adeta özel davranış kuralları icat etmek zorunda kalıyorlar. Daha ilk yemek davetini bile resmi makam oluru gibi isteyenler, sinemaya cennet bileti alınıyor sananlar, erkeğin beyinin olmadığını ve hatta aklının donmuş olduğunu sananlar çoğalmaya başladı. Elbette yaşanılan olaylar ve ortamlar bu durumlara zemin hazırlıyor olabilir, ama mücadele ne için var? Mücadele yalnızca kötülerin iyi olması için değil, iyilerin de ilerleyen zamanlarda kötü olmaması için her daim yapılması gereken asil davranışlardandır. Bir erkek her daim terbiye edilebilir attır. Bakım seanslarına ara verilirse bu erkek at yerine katır da olabilir, tay da olabilir. İşte bu sonuç, kadınların bu oynak durumdan korkması sonucu mücadele yerine kendilerini disiplin altına almaları sebebidir.

Ben derim ki: Bir anne evladını ölene kadar gözetliyorsa, bir erkek de aynı durumda gözetlenmeli. Çünkü erkekler bakıma muhtaçtır. Kadınlar mı? Ağır olmalı… Dayanıklı olmalı… Mücadeleci olmalı. Hatta aile içinde komutan olmalı… Bana kalırsa, kadınlar sokakta da komutan olmalı.

Siz de fikrinizi söyleyin!