Bilim,  Deneme,  Sosyoloji,  Tartışma,  Toplum

Adalet kişisel bir sorun mudur, yoksa toplumsal mı? (2)

 Son yazımı bu tespit ile bitirmiştim: “Adalet/hukuk düzeninin içinde çözülememiş ve hatta hukuken resmileştirilmiş, yani kabul edilmiş çelişkiler, göz yumulmuş eşitsizlikler var. Bu gerçek ve anlayış Roma Hukuk Düzeni üzerine kurulmuş, bütün adalet sistemleri için geçerlidir. Yani Avrupa ve Amerika’daki tüm Hristiyan devletler için geçerlidir. Roma İmparatorluğunun merkezinde gelişen ve büyüyen Hristiyanlık Roma Hukukunun değer tablosunu belirlemiştir. Yahudi, Hristiyan ve İslami hukuk düzenleri benzer değer tablolar üzerine kurulmuş olsa bile, tarih ilerledikçe farkları büyümüştür.”

Bu tespiti birkaç temel bilgi ile destekleme ihtiyacı hissederek bu bölümü de yazmaya karar verdim.

  1. Bugünkü devletlerin büyük bir çoğunluğunda demokrasi ile yaygınlaşan Anayasa veya Temel Yasa adalet ve hukuk düzeninin temelini ve çerçevesini belirler. Anayasalar devlet nüfusuna tanınan temel özgürlükleri, korunmaya layık görülen ilke (eşitlik), hak ve değerleri belirler. Ayrıca devletin düzeni, görevleri, yetki ve hakları, uygulayıcı kurumları ve onların tayin yöntemi olan seçim düzeni Anayasa’da çerçevelenir. Temel hak, ilke ve özgürlükler özel kişilerden talep edilemez, çünkü onlar toplumda her insana eşit ölçüde verilmiştir. Temel haklar, halkın devlet ile olan ilişkilerinde korunması zorunlu sayılan ilkeleri, devlet yetkisinin asgari sınırlarını belirler. Devlete idare ve karar yetkisi verilerek ona topluma nispeten bir üstünlük atfedilir. Ama bu sadece, toplumu temsil etmek üzere verilen bir idare yetkisidir. Devlete tanınan yetki ve hakların topluma verilen hak ve özgürlüklerden daha üstün olduğu anlamına gelmez. Buna rağmen birçok devlette hükümdarlar ve hatta toplumun ekseriyeti devletin haklarının, toplumun haklarından daha üstün ve değerli olduğunu savunur. Adaletin içerdiği ilk temel çelişki budur. Elbette bu yanlış anlayış sadece Muz Cumhuriyeti veya Diktatörlük denilen devletlerde yaygındır. Bizim devletimiz ve bilge toplumumuzda böyle bir yanlış anlayış hiçbir zaman var olmadı ve olmayacaktır! İNŞALLAK. Devlet ne zaman bir özel veya tüzel kişinin temel hak ve özgürlüklerini kısıtlama veya ihlal etmeye mecbur kalırsa, buna müsaade eden ve şartları belirleyen bir kanun olması gerekir. Böyle bir kanun yoksa devlet, haklarını ihlal ettiği kişiye bir tazminat vermeye veya kişinin haklarından daha ağır ve değerli bir toplum çıkarını koruduğunu, en geç Anayasa Mahkemesi huzurunda, kanıtlamaya mükelleftir.

Anayasa’nın verdiği yetki altında devletin kurumlarında kabul ettiği tüm kanunlar, temel hak ve özgürlüklerin yaşanması için gerekli usul, adap ve diğer kuralları belirler.

  1. Soyut tarif edilmiş özgürlük ve eşitlik haklarını, can, sağlık, namus, şeref, mülk sahipliği, ticaret, fikir, sanat, işçilik, aile ve miras gibi başlıklar altında Medeni Kanunlarda somutlaştırılır.

    Yukarıda belirtildiği gibi eşitlik ilkesi ve özgürlük hakları toplumda her insana eşit ölçüde ve toplumu devlete karşı korumak üzere verilmiştir. Bu haklar, bir istisna hariç, özel kişilerden talep edilemez. Bu istisna Medeni Hukukun bir uzantısı olan İş Hukukudur.

    İşveren işçi ilişkisi çoğu devletlerde (AB, ABD önde olmak üzere), kişi devlet ilişkisine benzer, farklı güç dağılımı içeren, bir ast üst ilişkisi olarak yorumlanır. Bundan dolayı işçilere sendika ve grev hakları tanınır. İşverenlere istihdam edeceği ve sözleşmelerini fesih edeceği insanları eşitlik ilkesine uyarak, yani cinsiyet, din, dil, millet, ırk vs. ayırt etmeden seçme mecburiyeti verilir. Devlet kurumları bu mecburiyetlerin uygulanması ve işçi haklarının kısıtlanmasını engellemekle görevlidir.

    Buna rağmen küresel boyutta en çok ihlale uğrayan haklar işçi haklarıdır. Ülkelerin çoğunda devlet polis güçleri ile iş yerlerindeki grevleri dağıtmaya yardımcı olur veya sendikal hakları kısıtlar. İşçi seçiminde eşitlik ilkesi çoğu yerde uygulanmıyor. Burada yasanın hedeflediği eşitlik ve özgürlük işçiler için kurumsal boyutta ulaşılmaz hale geliyor.

    İşverenlerin devleti kendi tarafına çekmesi için iki güçlü levyeleri vardır: Vergi ve istihdam.

    İşveren işçilerin hepsini çıkarma ve/veya iş yerini başka bir ülkeye taşıma ikazı ile hem işçilerin haklarını kısıtlamakta hem de devleti kendi tarafına çekmekte başarılı olmayı sağlıyor. Bu sürece “gerçeğin yasa koyucu gücü” deniyor. Eşitlik ilkesi tamamen engelleniyor. Adaletin içerdiği ikinci temel çelişki budur.

  2. Bu somutlaştırılmış hak ve ilkelerin ihlaline karşılık olarak halka savunma hakkı, devlet kurumlarına ise müdahale, cezalar verme ve uygulama hakları Ceza Kanunları ile verilir ve belirlenir.
    Ceza infaz ve icrasının oldukça pahalı bir kurum olduğunu, önceki yazımda belirtmiştim. Yargı Ceza Kanununu gereğince uygulasa da, Justitia’nın kılıcı ceza konusunda yüksek masraflardan dolayı keskinliğini kaybediyor. Adalet tam anlamı ile sağlanamıyor. Ceza Hukuku konusunda en yakın adaletsizlik örneği dünyaca ünlü otomobil markalarını kapsayan 2008 den 2015 e kadar süren “dizel (mazot) skandalıdır”.
    ABD’de denetleyiciler, AB de üretilmiş dizel otomobillerin egzozlarından, üreticinin bildirdiği orandan onlarca kat daha fazla zehirli atıkların çıktığını fark ediyorlar. Gerçek atık değerlerini gizlemek için bütün branşın kullandığı bir yazılım ortaya çıkıyor. Bu yazılım, motorun laboratuvar ortamında test edildiğini fark ediyor ve düşük atık değerleri gösteriyor. Amerikalı tüketicilerin çoğunluğu bu otomobilleri düşük atık değerleri ve çevre koruyucu özelliğinden dolayı tercih ediyor. Bu tespitlerden sonra, ABD de savcılıklar otomobil şirketlerine karşı dava açıyorlar. AB üreticileri sonradan hepsi durumu itiraf ediyorlar.
    12.2016: ABD’li bir yargıç, yüzlerce medeni hukuk davasıyla ilgili bir davada uzlaşma ilan ediyor. VW’nin müşterilere, devlet kurumlarına, bayilere ve ABD eyaletlerine 16 milyar doların üzerinde tazminat ödeyeceği söyleniyor.
    09.01.2017: FBI bir VW yöneticisini tutukluyor.
    11.01.2017: VW ve ABD Adalet Bakanlığı, ceza hukuku konularında ikinci bir büyük çözüm için 4,3 milyar dolarlık bir ödeme üzerinde anlaşıyor.
    26.08.2017: ABD’de bir VW çalışanı emisyon skandalı nedeniyle ilk kez mahkum ediliyor. VW mühendisi James Liang, üç yıldan fazla bir süredir hapisse girmesi gerekiyor.
    07.12.2017: VW yöneticisi Oliver Schmidt yedi yıl hapis ve para cezasına çarptırılıyor. Bir ABD mahkemesi, onu dizel motorları manipüle etmekle suçlu buldu. Burada adalet sağlanıyor.

Aynı süreç Almanya’da farklı gelişiyor.
15.01.2015: Federal Motorlu Taşımacılık Kurumu (KBA), sahte yazılım içeren tüm VW dizel otomobillerin zorunlu olarak geri çağrılmasını emrediyor. Tüm Avrupa’da 8,5 milyon, Almanya’da 2,5 milyon otomobil servise gitmek zorunda.
16.03.2016: Özel bir müşteri tarafından ilk Alman tazminat talebi. Bochum’daki eyalet mahkemesinin kararı: VW’nin herhangi bir aracı geri alması gerekmiyor.
14.06.2018: Braunschweig savcılığı VW’ye bir milyar avro para cezası veriyor. Şirket bildiri yayınlıyor: “Volkswagen cezayı kabul ediyor ve böylece sorumluluğunu itiraf ediyor.”
30.04.2020: Volkswagen ve tüketici koruma merkezi, bir toplu tazminat davasının ardından dizel müşterileri için bir uzlaşma sağlıyor. 235.000 müşteri, otomobil modeline bağlı olarak 1.350 ila 6.250 avro arasında tazminat alıyor.
23.05.2019: Bosch Stuttgart Savcılığının talep ettiği 90 milyon avro cezayı kabul etti.
VW iştiraki Audi 800 milyon avro para cezası ödedi.
Mayıs ayı başında Stuttgart savcısı, VW iştiraki Porsche’nin 535 milyon avro para cezasını kabul ettiğini açıkladı.
BMW Münih Savcılığının talep ettiği 8,5 milyon avro cezayı ödedi.
24.09.2019: Dizel skandalında Daimler, ihmal sonucu gözetim görevini ihlal ettiği için Stuttgart Savcılığının talep ettiği 870 milyon avro para cezasını ödemek zorunda. Daimler cezayı kabul etti.
25.05.2020: Karlsruhe’deki Federal Adalet Mahkemesi (BGH) VW emisyon skandalıyla ilgili ilk kararında, şikayet eden alıcıların arabalarını iade edip parasını talep edebileceğini belirtiyor. Ancak, kullanılan kilometre sayısına göre bir karşılık satın alma fiyatından düşülmelidir.[1]

2015 den beri Alman Hükümeti defalarca otomobil şirketleri ile görüşmeler ve pazarlıklar yaptı. Onlardan motorları değiştirmeleri veya atıkları azaltan teknolojik ekler yapılması istendi. Bu pazarlıklarda Otomobil sanayisi tazminat ve motorların değişimi için gerekli masraflara devletten yardım istedi. Üstteki kronolojiden görüldüğü gibi Medeni Hukuk davalarında, “bağımsız” yargı rakamları belirledi. Cezaların hepsi Alman savcılıklar tarafından belirlendi ve dosyalar mahkeme yüzü görmeden usul kanunlarına uygun bir şekilde kapatıldı. Toplam süreç 5 sene sürdü. Şirketlerin hiç birisine karşı ceza mahkemelerinde dava açılmadı, suç yargısı olmadı. Ancak VW ve diğer şirketlerden az sayıda yöneticiye karşı savcılıklarda açılan araştırmalar daha devam ediyor. Ne zaman ve hangi suçtan dolayı ceza mahkemeleri başlayacağı daha belli değil. Tahmin edin bakalım, otomobil şirketlerinin devlete ödediği cezalar ne için kullanılacak.

Almanya’da otomobil şirketlerinin suçlarına karşı hukuksal sürecin uzaması devletin katkısı ile uzadı. Bu fail şirketlerin her biri branşlarında küresel lider sayılacak nitelikte, toplam 1 milyona yakın insanı istihdam ediyor ve Almanya’nın ihracat fazlasını sağlayan ana sanayilerden birisi. Sürecin uzaması ile tüm branş küresel rekabetteki konumunu ve sermayesini koruyabildi. Her hangi başka bir şirket veya esnaf benzer durumda aşırı cezalar alır, işletme ruhsatını kaybeder ve iflasa giderdi. Burada tekrar adaletin eşitlik sağlamaktaki sınırları ve imkânsızlığı belli oluyor. Hakların herkese eşit dağıtılmadığı çelişkisi açığa çıkıyor. “Gerçeğin yasa koyucu gücü” tekrar kendini gösteriyor.

  1. Toplumun devletle olan ilişkileri İdari Hukuk Kanunları ile düzenleniyor.
    Vatandaş olmanın şartları, seçim düzeni, izinler, ruhsatlar, memurluk, yetkiler, atamalar, meclis düzeni, ihale kuralları, para birimleri, imar, inşaat ve işletme şartları, bütçe ve çevre planlaması, sağlık ve sosyal hizmetleri gibi konular İdari Hukuk ile düzenleniyor.

Burada adalet düzeninin önemli sütunlarını çok kaba bir özetle tanıtmaya çalıştım. Şimdi adalet sisteminin ve bizim adalet anlayışımızın içinde bulunan son ve önemli bir ikilem/çelişkiyle de tanışmamız gerekiyor.

Demokratik devletlerin adalet sistemlerinde hukukun üstünlüğü ve Adalet Kurumlarının, yani mahkemelerin, hâkimlerin ve savcıların bağımsızlığı ilan ediliyor. Bu bağımsızlığı sağlamak üzere ABD’de hâkim ve savcılar halk tarafından yerel seçimlerde seçiliyor. En yüksek mahkemelerin hâkimleri Başkan veya meclis kurullarından atanıyor.

Türkiye’de Hâkimlik ve savcılık mesleği Anayasa Madde 140 la çerçevelenir.
Hâkimler ve Savcılar Kurulu” hukukun üstünlüğünü ve yargının bağımsızlığını sağlayacak otoritedir. HSK, Yargıtay ve Danıştaya üye seçer, adli ve idari yargı hâkim ve savcıların atamasını ve kariyerlerini belirler ve denetler.

HSK 13 üyeden oluşur.
Başkan Adalet Bakanıdır,
Adalet Bakanı Yardımcısı tabi üyesidir,
üç üyesi birinci sınıf olup, adlî yargı hâkim ve savcıları arasından,
bir üyesi birinci sınıf olup, idarî yargı hâkim ve savcıları arasından Cumhurbaşkanınca,
üç üyesi Yargıtay üyeleri,
bir üyesi Danıştay üyeleri,
üç üyesi yükseköğretim kurumlarının hukuk dallarında görev yapan öğretim üyeleri ile avukatlar arasından Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından
seçilir.[2]

HSK genel kurulunun asil görevlerinden iki tanesi:

  • Hâkim ve Savcıların uymaları gereken etik davranış ilkelerini belirlemek.
  • Adli ve idari yargı hâkim ve savcılarını mesleğe kabul etme, atama ve nakletme, geçici yetki verme, yükselme ve birinci sınıfa ayırma, kadro dağıtma, meslekte kalmaları uygun görülmeyenler hakkında karar verme, disiplin cezası verme, görevden uzaklaştırma ile hâkim ve savcılar hakkında denetim, araştırma, inceleme ve soruşturma yapılması konularına münhasır olmak üzere yönetmelik çıkarmak ve genelge düzenlemek. [3]

Almanya’da[4] mahkeme düzeni federal ve eyalet seviyesinde farklı, 16 eyalette ise tekrar farklıdır. Almanya’da 17 Anayasa, meclis, Başbakan, Adalet Bakanı ve diğer Bakanlar ve Yasa düzeni var. Bunların hepsi AB ve Federal Anayasasına uyumlu olmak mecburiyetindedir. Savcılar bağımsız değildir hepsi Adalet Bakanlıklarının memurlarıdır. Mahkeme hiyerarşisi Ülke genelinde eşittir. Hâkimlerin seçimi ve ataması eyaletlere göre Adalet Bakanından yalnız veya Federal Başsavcılığı ile birlikte, meclisten, meclisin belirlediği seçim kurulundan veya Yüksek Eyalet Mahkemesinin yönetiminden seçilir. Bu karmaşık çokluğun müşterek merkezini Federal Anayasanın 97. Maddesi belirler. Mad. 97 hâkimlerin nesnel ve kişisel bağımsızlığını garanti eder. Maddenin içeriği, Türk Anayasa’sının 140. Maddesi ile genel hatlarında eşittir, ancak hâkimlerin denetimi ve idaresi konusunda daha az istisnalar sunar.

Burada adı geçen 3 ülkede ve daha nicelerinde hâkim ve savcıların iş sözleşmeleri Adalet Bakanlığı ile yapılır ve maaşları oradan ödenir. Haliyle mahkemelerin ve yargının bağımsızlığı bu devlet bağı ile kısıtlanma “tehditti” ile karşı karşıyadır. Bu tehdit, yukarıda adı geçen kitlelerin yasa ihlallerinde, öncelikle ceza ve idari hukukunda, hakim ve savcıları çıkar çatışmasına maruz bırakabilir, yargının bağımsızlığını etkileyebilir ve hakların eşitliğini engelleyebilir. Küçük de olsa bu ihtimal hiçbir zaman tamamen yok edilemez.

Nizamettin Karadaş

Kaynaklar:

[1] Chronologie des Dieselskandals: Das schmutzigste Kapıtel der VW-Geschichte

[2] Hâkimler ve Savcılar Kurulu, https://www.hsk.gov.tr/Hakkimizda.aspx

[3] Hâkimler ve Savcılar Kurulu, https://www.hsk.gov.tr/Hakkimizda.aspx

[4] Auswahl und Wahl von Richtern in Deutschland, PDF

1964 İstanbul doğumlu. 1972 den bugüne kadar Düsseldorf, Almanya ikametli. Köln Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu, 2 yetişkin kız çocuğu babası. 12 yıl Avukatlıktan sonra mesleğini bırakmış, her konuda meraklı, araştırmacı, analist ve okumasını seven rahat ve huzurlu bir insan.

Siz de fikrinizi söyleyin!